Mensubiyet Köleliği!

İdeolojiler, siyasal ve dinsel gruplar mensubiyet şuuru ile ayakta dururlar. Bu taraftarlık ve üyelik fikri insanları belirli ve sınırlı düşünceler çerçevesinde bir araya getirir. Dünyaya tek bir pencereden bakılır ve bütün olaylar o bakış açısı ile yorumlanır.

Allah insana –hayvanlarda olduğu gibi- tek muhakemeli, tek pencereli bir yetenek değil, çok muhakemeli, çok pencereli, çok yönlü kıyaslar yapabileceği Akıl yeteneğini vermiştir. Allah, insan Aklını o kadar kıymetli görmüştür ki, onu muhatap almış, ona hep çok yönlü düşünme ve kıyaslama yapmasını ve gerçekleri görmesini öğütlemiştir. Çünkü Akıl doğrudan Tanrısal bir özelliktir (Allah, İslam düşüncesinde Tam Akıl’dır) ve Tanrı fikrini kavrayabilecek tek yoldur. İnsan bedensel duyularla ancak maddesel varlığı kavrayabilir.

Tanrı, iyiliği, doğruluğu ve güzelliği temsil ettiği için; bu değerleri gerçek anlamda kavramanın yolu da yine saf Akıl’dır. Dünyaya tek bir pencereden bakanlar, kendilerine sunulan çerçevenin dışındaki yanlışları görmezler. Akıl ve Bilim Adamları, her pencereden bakabilme zevkini ve özgürlüğünü kazanmış, dünyanın ve olayların farklı görünüşlerini algılamış, her penceredeki doğruları bir araya getirip, Tüm Doğru’yu ve Tam Aklı kavramaya çalışan bireylerdir.

Mensubiyet şuuru ile kendisini bir pencereye hapsetmiş bulunan ideolojiler, siyasal ve dinsel gruplar ise adeta şartlanmış ve köleleşmiş bireyler topluluğu gibidir. Sadece kendi penceresinden dünyaya bakanlar, kendilerini odalarına, bulundukları mekâna hapsetmiştir. Karşı pencereden bakanlar, bu binanın dışındaki hataları yanlışları görebilir ancak; onlar da kendi binalarını, yanlışlarını dışarıdan görmekten mahrumdur. Herkes kendi penceresinden algıladığı farklı dünyalar ile karşılıklı atışır dururlar.

İdeolojilere, siyasal ve dinsel gruplara ölümüne bağlılık, bir insanın ömrünü tek muhakemeli varlıklar gibi bir mekânda, bir odada tüketir ve bitirir. Her pencerede, insanları ona bağlayan bir manzara vardır. Her düşüncenin, felsefenin ve ideolojinin insanları peşinden koşturacak doğru ve güzel yanları bulunur. İnsanlar Doğruların ve Güzelliklerin sadece kendi pencerelerinden görüldüğüne inandıkları için, farklı ideolojiler, siyasal ve dinsel gruplar oluşmuştur.

Her insanın ideolojilerden, siyasal ve dinsel düşüncelerden bağımsız bir düzeye ulaşması beklenilemez. İnsan yaratılışına uygun hareket ederse aklını kullanır. Kendisini bir ideolojiye, bir düşünceye veya gruba köleleştirmez. İnsanı gerçeklikten uzaklaştıran Korkular ve Hayaller’dir.  Korkular, insanı kendisine hapseder. Hayaller ise, insanın ayaklarını yerden keser ve dünyanın gerçeklerinden uzaklaştırır, bireysel ve toplumsal sorumluluklarını unutturur. Siyasal ve dinsel grupların kurduğu hayal dünyası ve gizemler, ışığa çarpa çarpa ömrünü tüketen kelebek gibi bireyin ömrünü sınırlı bir dünyada tüketir durur. Ölüm vakti geldiğinde insan, yaptığı iyilikler, ürettiği güzellikler dışında herşeyin bir hayal olduğunu görmüş olur.

Akıl, insanın ayaklarını yere erdirir, hayalleri ve gizemleri değil gerçekleri gösterir. Bu yüzden Kuran’da hayal ve gizem yoktur. Her şey bütün gerçekliği ile insan aklının önüne sunulur. İyilikler ve Kötülükler, Doğrular ve Yanlışlar açıklıkla gözler önüne serilir. İnsanlar çoğu zaman bu gerçekliği algılamak ve uygulamak yerine, bunların arkasında gizemler ve batıni anlamlar ararlar. Aslında bu durum, gerçeklik ve uygulamadaki acziyetin ve tembelliğin hayaller ve rüyalarla gizlenmesidir. İradesine hâkim olamayanlar, inandıklarını hayata geçiremeyenler, hayallerle mutlu olmaktan büyük keyif alırlar. Ve ömür bir rüya gibi gelip geçer.

Siyasal ve dinsel grupların oluşturduğu Mensubiyet Köleliği, önce insanın aklını başından alır. Muhakeme etmesini ve sorgulamasını engeller. Kendi penceresi dışında, dış dünyaya açılan, dışarıdan ışık sızabilecek en küçük delikleri bile tıkar. Kendi kültürünü, inançlarını, bakış açısını temellendirir. Kendi inançlarına yönelecek her türlü eleştiriyi saldırı olarak algılar ve bunları korumak için savunma duvarları ve gerekçeler oluşturup, neredeyse ölümüne mücadele eder. Bu mücadele azmi ve dayanışma ruhu ona heyecan verir, hayatına anlam kazandırır. Temellendirilmiş, dış saldırılara karşı tahkim edilmiş ve dış dünyaya kapatılmış kale duvarları içerisinde insanlar mutludur. Güven, mutluluk ve keyif duygusu, içinde yaşanılan ideoloji ve inanca olan mensubiyet şuurunu bir kat daha artırır. Artık dış dünyanın, alternatif düşüncelerin bir anlamı kalmaz, mutsuzluk ve düşmanca tavırlar olarak algılanır. Köleler, bu uğurda her türlü özveriyi yapabilir, kendi sorumluluğundan, varlığından ve varlıklarından vazgeçebilir.

Mensubiyet köleliği, bir ucu kendi boynunda, diğer ucu efendilerin elinde kırılmaz zincirler gibidir. Kölelerin en büyük mutluluğu Efendilerin memnuniyeti, övgüsü ve bağışlarıdır. Akıl, içeriden yanlışları haykırsa da her zaman onu susturacak gerekçeler bulunur. Belki yanlışlar fısıldanır ama mensubiyet zincirini kırmak zordur. Efendiler yanlış da yapsa, hırsızlık da yapsa mutlaka bir hikmeti, bir bildikleri vardır. Efendilik Tanrısal bir vergi gibidir, onu eleştirmek, yanlışlarını görmek, kölelerin haddi değildir.

Allah bile insanı, insan aklını konuşacak, tartışacak bir muhatap gibi görürken; bir insanın diğer bir insana köleleşmesi düşünülemez. Her insan kıymetli bir varlıktır. İnsan ne kendi aklını, ne de kendi değerlerini, sevdiklerini ve mutluluğunu Efendilerin memnuniyetine ve mutluluğuna feda edemez.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director