Banka ve Faiz

İslam düşüncesinde bir Ticaret Ahlakı’ndan söz edilebilir, fakat; hiçbir zaman ekonomik bir sistem denilecek ilahi kurallar yoktur. Zekat vermek, haksız kazançtan kaçınmak gibi hükümler birer ahlak ve inanç kuralıdır. İslam ekonomisi olduğu iddia edilen kurallar, zaman içinde İslam bilginleri tarafından -günün şartlarına göre- belirlenmiş insani kurallardır.

Nitekim Faiz ile Tefeciliği ayıramayan bazı Müslümanlar, uzun süre Faiz ve Bankacılığa karşı çıkmışlardı. Bu yüzden tarihten bu yana, Müslüman ülkelerde azınlıklar ticari hayata, altın borsa ve bankacılık hizmetlerine egemen oldular. Dolayısıyla sermaye ve güç de bu vesileyle yabancıların eline geçti. İslam dünyasının ekonomik geriliğinin en önemli nedenlerinden birisi de buydu. Ancak ekonomik şartların değişmesi ve şartların zorlaması, Müslümanları bu konuda da değişmeye ve kuralları değiştirmeye zorladı.

Mısırlı ünlü bilgin ve eski Ezher Şeyhi Mahmud Şeltüt bu konuda şunları söylemişti :

«Hiç şüphe yoktur ki; Kuran-ı Kerim müminlere riba ile muameleyi yasak ederken, onu Kuran’ın nazil olduğu zamanki örfe göre tayin etmiştir. Ki o dönemde şöyle olurdu : Bir adamın bir başkasına borcu olurdu. Vadesi gelince alacağı parayı isterdi. Borçlu olan ödeme süresini uzat, ben de parayı artırayım, derdi. İşte bu şekilde olan azaf-ı mudaafe kat kat ribadır. İslamiyette, Allah onları bundan nehy etti.

Görüldüğü gibi bu uygulama, adet üzere, parayı bulamayan son derece yoksul bir kimse ile, İslamın topluma getirdiği merhamet duygularından hiçbir şeye aldırmayan ve insanların ihtiyaçlarını istismar eden varlıklı kimse arasında cereyan eder. Halbuki, toplumda bu merhamet duyguları yok olursa, birbirlerini yiyen yırtıcı hayvan gibi olurlar. Ribanın bu şekilde mübah olduğuna hüküm vermeyi insanlık kabul etmez.

Kuran-ı Kerim, ribadan söz edilen ayetlerin tümünde, ribanın muhtaç fakirlere bağışlanmasını meşru kılmaktadır. Bu şuna işarettir ki, böyle bir durum yardım yapılmaya daha layıktır. Zira bağışlamak, sadaka, karşılıksız teberrudur. Verilen şey sadaka olarak verilmiyorsa, hiç olmazsa misli iade olunmak üzere ödünç verilmelidir. Genişlik gününe kadar süre verilmelidir.  (Misal olarak riba hakkındaki ayetler şöyledir :

“Allah ribayı yok eder. Sadakaları artırır.” “Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğrarsınız. Şayet eli darda ise kolaylık genişlik vaktine kadar mühlet verilir. Eğer bilirseniz sadaka olarak vermek sizin için daha hayırlıdır.” “Artırmakta ve kat kat faizde zulüm ve haksızlık vardır.[1]

Müçtehidler, karşılıklı merhamet çemberini genişleterek ve ihtiyaç sahiplerine maddi tazyik yapma kapısını insanlara açmaktan uzak kalarak : Ribanın kapsamını geniş tutmuşlardır. Bu hususta onların muhtelif mezhepleri türlü görüşleri olmuştur. İçlerinden çoğu, haramlığın borç verenle borç alanın her ikisine de şamil olduğu kanaatindedir. Ben o kanaatteyim ki, borç alanın zaruret ve ihtiyaç içinde bulunması, onu bu muamelenin vabalinden kurtarır. Çünkü o çaresizdir, muzdarip hükmündedir. Allah Teala şöyle buyuruyor : “Size haram kılınanları size tafsilatla bildirdi, ancak muzdarip kaldıklarınız müstesna.”

Fertler için zaruret ve ihtiyaç, bu muameleyi mübah kılmaktadır ki; bu ihtiyacın takdiri dinini bilen müminlere aittir. Milletin de kendine göre zaruret ve ihtiyaçları vardır ki, bunlar çok defa onu faizle para almaya sevkeder. Bildiğimiz gibi çiftçiler, ziraat işlerinde ve mahsul yetiştirmede toprağı verimli halde işleyebilmek için şiddetli ihtiyaç içindedirler. Bilindiği üzere Hükümet de milletin umumi yararını temin etmekte, düşmanlara ve istilacılara karşı durabilmek için kuvvet hazırlamakta birçok şeylere muhtaçtır. Tüccar da milletin muhtaç olduğu malları getirip piyasaya sürmek ihtiyacındadır. Fabrikalar, kurumlar, işletmeler de aynı durumdadırlar. Millet topyekün bundan varesta kalamaz. İş sahası bunlarla genişler, milletin yükü hafifler, işsizlik problemi hallolunur.

Şüphesiz ki, kolaylık gösterme, zararı ortadan kaldırma, şeref ve izzetle ilerleme hamleleri yapma, adalete uygun kaideler üzerine hükümlerini istinad ettiren İslam dini, heyet-i mecmuasının ve ferdlerinin şahsiyetlerinde millete bu hakkı verir. Devletin mali kaynakları az olduğu müddetçe milletin varlığını koruyup devam ettirebilmesi ve bu yararın gerçekleşmesi için devlete faizle borç para almasını mübah kılar.»[2]

Aynı şekilde; son devrin ünlü İslam bilgini Abdulaziz Çaviş’e göre de; «Kuran’da yasaklanan Faiz kat kat artan faizdi. Katlanmayan faiz ise buna kıyaslanarak İslam bilginlerince yasaklanmıştı ve bunun yeniden gözden geçirilmesi gerekiyordu.»[3] Diğer yandan, İslam düşüncesinde Hanefi ekolünün iki büyük bilgini İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre de; “Borçlu aldığı parayı ödeme günü geldiğinde, o günkü satın alma değeri üzerinden ödemek durumundaydı.[4]

KAYNAK: Dr Abdullah Manaz, Siyasal İslamcılık II, Türkiye’de Siyasal İslamcılık, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı, Ocak – 2008, İstanbul, sh.531.


[1] Bakara Suresi 276,280; Ali İmran Suresi 130,131.

[2] Mecelletu’l Ezher, C. 32, Sayı: V, Ekim – 1960, s. 526-528.

[3] İslam Dünyasında Fikir Hareketleri, Dr A.Manaz, s. 98.

[4] Diyanet’in Faiz Fetvası, Ekonomi Sayfası, Milliyet, 07/02/1997.

Paylaş / Share