PKK Terör Örgütü

Geçmişten Bugüne

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ

PKK Örgütünün Kuruluşu

1950 yılında NATO, 1955’de Varşova Paktı’nın kuruluşu Batı ile Doğu arasındaki soğuk savaşın da başlangıcı sayılır. 9 Mart 1957 tarihinde kabul edilen ABD’nin Eisenhower Doktrini, 1960’lı yılların oldukça çetin geçeceğinin habercisi oldu. 1968 yılında bütün dünyayı saran öğrenci hareketleri Türkiye’yi de etkiledi. 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı, başta Yunanistan olmak üzere Türkiye’ye karşı yeni düşman ülkelerin ve ittifakların ortaya çıkmasına yol açtı.

Bu yıllarda Türkiye’de birbiri ardına çeşitli örgütler ve dernekler kurulmaya başlanmıştı. Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi ve takiben Kawa gibi örgütlere paralel olarak Ankara Yüksek Öğrenim Derneği içerisinde de Kürdistan Devrimcileri adıyla Kürtçü bir grup oluşmaktaydı. Eylül 1974’ten itibaren Yunanistan Gizli Servisi (EYP) bu Kürtçü örgüt ve derneklerle doğrudan ve dolaylı olarak ilişkiler kurdu. EYP mensubu Türkçe bilen emekli bir subay Ekim ve Kasım aylarında Abdullah Öcalan ile görüşmeler yaptı. 1974 yılı Kasım ayında Abdullah Öcalan, Kesire Yıldırım, Şahin Dönmez, Haki Karaer, Cemil Bayık ve Kemal Pir isimli örgüt mensupları Ankara’nın TuzluÇayır semtinde bir araya geldiler. Yapılan toplantıda 6 kişiden her birinin bir bölgeye giderek yeni bir örgütlenme hazırlığı yapması kararlaştırıldı. Bu aşamada liderin kim olacağı ve harekete ne isim konulacağı henüz belirli değildi. Ancak öncelikli örgütlenme alanı olarak Diyarbakır, Gaziantep ve Urfa pilot bölge olarak seçilmişti. İlk toplantının katılımcılarından Haki Karaer, propaganda amacıyla gittiği Gaziantep’te, o dönemde zayıf bir Kürtçü örgüt olan Kızıl Yıldız mensupları tarafından öldürüldü. Zaman içerisinde Apocular olarak tanınan bu grup, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır Lice İlçesi Fis köyünde yapılan bir toplantıyla, kısa adı PKK olan Kürdistan İşçi Partisi (Partiye Karkeren Kürdistan) ismini benimsedi. Bu toplantı örgütün Birinci Kongresi olarak kabul edildi.

PKK Suriye İlişkileri

1979 Mayıs ayında kurucu üyelerden Şahin Dönmez’in yakalanması, PKK’ya vurulan ilk önemli darbe oldu. Partinin faaliyetleri emniyet kuvvetlerince deşifre edilince, Temmuz ayında Öcalan, Urfa Suruç üzerinden Suriye’nin AynulArab (Kobani) kasabasına kaçtı. Aynı ayın sonunda (29 Temmuz) Öcalan, Adalet Partisi Şanlıurfa Milletvekili ve Bucak Aşireti lideri Mehmet Celal Bucak’a yönelik bir saldırı planladı. AynulArab’ta yaklaşık 6 ay saklanan Öcalan, 1980 yılında Suriye İstihbarat Servisi Muhaberat’ın dış ilişkilerini yöneten Rıfat Esad‘ın, Lazkiye Kardaha‘da bulunan villasına yerleşti. Kısa zaman içinde Öcalan ile Suriye İstihbaratı kontrolündeki Terör Örgütleri arasında ikili ilişkiler başladı. 1981 yılında daha önce Filistinlilere ait olan ve Suriye hududuna 2 kilometre uzaklıktaki Helve kampı, PKK örgütüne tahsis edildi. Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan kendisine Suriye’nin başkenti Şam’ı karargâh seçmişti.

12 Eylül Askeri Harekâtı, yurt dışına kaçamayan birçok örgüt mensubunun yakalanması için bir fırsat oluşturdu. Bu dönemde PKK, yurt içinde hemen tümüyle yok olma noktasına gelmiş ve 150 civarındaki militanı Suriye üzerinden Lübnan’daki kamplara gitmişlerdi. PKK terör örgütü, 15-25 Temmuz 1981 tarihleri arasında Lübnan Helve’de Birinci Ulusal Konferansını gerçekleştirdi. Bu toplantıyla örgüt, Viet-Kong modeli düzenli bir gerilla savaşı modelini benimsedi. Bu arada Türkiye’de cezaevlerinde bulunan örgüt mensupları da kışkırtılarak isyan, propaganda ve toparlanma faaliyetleri başlatıldı. 21 Mart 1982’de PKK Merkez Kurulu üyesi Mazlum Doğan’ın kendisini cezaevi hücresinde asması, 18 Mayıs 1982’de Bazı militanların kendilerini yakmaları, 14 Temmuz 1982’de kimi örgüt mensuplarının ölüm orucu eylemleri PKK’nın diriliş çabalarının birer örneğiydi.

PKK terör örgütü, 20-25 Ağustos 1982 tarihleri arasında Suriye’nin başkenti Şam’da II. Kongresini gerçekleştirdi. Toplantıda, bağımsız bir Kürdistan devletinin silahlı mücadele yoluyla kurulması; Şam, Halep, Kamışlı ve Efrin’de birer temsilcilik açılması, eğitim gören militanların eylem yapmak için Türkiye’ye gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Alınan bu karara uygun olarak, Lübnan’da bulunan terör örgütlerinden gerilla taktiklerine ilişkin eğitim desteği alındı. Üstlenilmesi düşünülen Güneydoğu Anadolu’da, örgütün ifadesiyle Botan kırsalındaki güvenilen köylerde küçük komiteler kurulması ve militanlara bölgenin tanıtılması düşünülüyordu. Esad Yönetimi, Türkiye ile karşı karşıya gelmemek için PKK militanlarının Türkiye Irak Sınırı boyunca değişik askeri kamplar kurmasını planlamıştı.

Küçük askeri hedefler belirlenerek buna uygun keşifler ve uygulamalar yapılması, bölgede yaşayan işsiz ve köylü gençlere yönelik para destekli propagandalarla yeni taraftarlar kazanılması amaçlanıyordu. Bu planın parçası olarak, 1983 yılında Mahzun Korkmaz isimli terörist önderliğindeki iki grup, gizlice Türkiye’ye geldiler. Ancak hedeflerine ulaşamadan Kuzey Irak’a dönmek zorunda kaldılar. Bu başarısızlık örgütü yeni arayışlara yöneltti. Üniversiteli militanların halkın gelenek ve kültürüne yabancı olması, şehirli militanların kırsal tabiat şartlarına uyum gösterememesi ve araziyi tanımaması başarısızlığın nedenleri olarak görüldü. Ayrıca bu dönemde örgüt içinde, yöre halkından çok az kişi vardı ve halk örgüt mensuplarına yardım etmekten kaçınıyordu.

Bilindiği gibi 1970’li yıllar Rusya Yunanistan Bulgaristan Ermenistan Ortodoks İttifakı’nın doğrudan Türkiye’yi hedef aldığı bir dönemdi. 1975 yılında Marksist Leninist temelde Sovyet yanlısı olarak kurulan Asala, özellikle Türk diplomatlarına yönelik yoğun bir saldırı gerçekleştirmişti. 12 Eylül 1980 sonrasında, Asala’ya yönelik başarılı operasyonların yapılmasıyla birlikte bu tehdidin yerini PKK Terör Örgütü almaya başladı. Bu durum PKK’ya yeni dış destekler ve moral kazandırdı.

Asala PKK İşbirliği

PKK ve Asala terör örgütleri, 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan’ın Sidon kentinde ortak bir basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’ye karşı bir bildirge yayınladılar. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırıldı. Toplantı’nın ardından 9 Kasım 1980’de Türkiye’nin Strazburg Başkonsolosluğu, 19 Kasım 1980’de ise Roma Türk Hava Yolları bürosu saldırıya uğramış ve bu eylemler PKK ve ASALA tarafından ortaklaşa üstlenilmişti.

30 Kasım 1980 tarihinde Tahran‘da dağıtılan ASALA – PKK ortak bildirisinde “Ermeni, Kürt ve Arap halklarının bölgede emperyalizme ve Türkiye’ye karşı işbirliği yapmaları gerektiği” dile getiriliyordu. 1987 yılında PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmış ve şu maddeler belirlenmişti:

  • Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar.
  • PKK terör örgütüne her yıl militan başına 5 bin dolar ödenecek.
  • Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılabilecek.

PKK Terör Örgütü lideri Öcalan’a, tamamen bir Ermeni kasabası olan ve Asala’nın kurulduğu Anjar’da özel bir ev tahsis edilmişti. Öcalan, yurt dışından gelen bazı misafirleri ve gazetecilerle görüşmek için Anjar’a birkaç kilometre uzaklıktaki Birİlyas köyüne gelirdi. Buraya her geldiğinde Şatura’da bulunan Mesapki Oteli’nin karşısındaki kahvelere de mutlaka uğrar ve burada nargile içerdi. Suriye Muhaberat Başkanı General Gazi Kenan’ın Lübnan Karargâhı da Anjar’da bulunuyordu. Anjar’da 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan bir sonraki anlaşmaya göre ise şu ilkeler belirlenmişti:

  • PKK ve Asala yönetimde işbirliğine gidecekler.
  • Türkiye’de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerin istihbaratı Ermeniler tarafından yapılacak.
  • Devrimden sonra elde edilecek topraklar eşit olarak bölüşülecek.
  • Kamp masraflarının % 75’i Ermeniler tarafından karşılanacak.
  • Eylemler Türkiye’nin diğer metropol kentlerine de yayılacak.

PKK ve Asala sadece Türkiye konusunda değil Kafkasya’da da ortak eylem kararına varmışlardı. 19 – 20 Mayıs 1992 tarihinde bir grup PKK terör örgütü mensubu, 3 araçla İran’ın Urumiye kentinden Ermenistan’a geçmişler ve Azeri Türklerine karşı savaşmışlardı.

4 Haziran 1993 tarihinde, Ermeni Hınçak Partisi, Asala ve PKK terör örgütleri Batı Beyrut’ta yine bir araya gelmişlerdi. PKK terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiş, Ermeni halk hareketi bünyesinde bir Kürdistan komitesi oluşturulmuştu. PKK terör örgütü, 24 Nisan tarihini sözde Ermeni soykırım günü olarak kabul ederek toplantılar yapmış, 21 – 28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmişti.

Nitekim 1984 yılından itibaren, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Güvenlik Güçleri tarafından etkisiz hale getirilen veya ele geçirilen PKK Terör Örgütü mensuplarının birçoğunun Ermeni kökenli olduğu tespit edilmekteydi. Yine PKK itirafçılarının ifadelerine göre örgüt içerisinde Kürtçe bilmeyen ve Ermenice konuşan elemanların da olduğu belirtiliyordu.

PKK Terörü ve Eylemleri

Öcalan, yöre halkının örgüte destek vermesini sağlamak için büyük bir gözdağı verilmesi, normal yollardan elde edilemeyen etkinliğin korkuyla tesis edilmesini sağlamak için Temmuz 1984’te Kürdistan Kurtuluş Birliği (Hezen Rızgariye Kürdistan – HRK) adıyla Askeri Kanadı oluşturdu. Bu amaçla 15 Ağustos 1984 gecesi Hakkâri’nin Eruh ve Şemdinli ilçelerindeki jandarma karakolları ve subay lojmanlarına baskın yapıldı. Terör örgütü bu şekilde başlayan silahlı eylemleriyle asker, memur, yaşlı, kadın ve çocuk demeden katliamlara başladı.

PKK Terör Örgütü’nün Askeri kanadını takiben, 21 Mart 1985 tarihinde Yunanistan’ın başkenti Atina’da Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (Eniya Rızgariye Neteva Kürdistan – ERNK) adıyla siyasi kanat oluşturuldu.

25 – 30 Ekim 1986 tarihinde, Helve kampında III. Kongre gerçekleştirildi. Kampa Mahzun Korkmaz ismi verildi. Türkiye içinde ve dışında bir İstihbarat örgütü kuruldu. Askeri Kanat yenilendi ve Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (Arteşa Rızgariye Gele Kürdistan – ARGK) adını aldı. Örgüt kendine göre Marksist Leninist ideolojiye dayalı halk savaşlarının 3 oluşumunu gerçekleştirmişti. Parti, Cephe ve Ordu üçlüsünden oluşan bu yapılanma, 1987 yılına kadar halk tabanında yayılmayı, taraftar toplamayı, eğitmeyi ve bunlar için gerekli maddi kaynağı bulmayı hedeflemişti. PKK’nın bu dönemdeki en büyük para kaynağı uyuşturucu ticaretine aracılık etmesiydi. Bekaa vadisindeki tarımsal üretimin yaklaşık % 85’ini haşhaş üretimi oluşturuyordu. Uyuşturucuyla birlikte tarihi eser kaçakçılığını da organize eden PKK, Türkiye ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi üzerinden yaptığı ticaretle yılda yaklaşık 900 milyon dolar para kazanıyordu. Ayrıca, III. kongrede alınan karar gereğince, Kürt kökenli işadamlarından ve müteahhitlerden de terör örgütü için bağış ve haraç alınmaya başlanmıştı. Örgüt Türkiye’yi kendine göre eyaletlere bölmüş ve buralara sorumlu idareciler atamıştı.

1984’den sonra bir süre silahlı baskınlara ara veren örgüt 1987 yılından sonra katliamlarına yeniden başladı. Bu tarihten itibaren terör ve katliam yoluyla bölge halkı üzerinde baskı kuran örgüt 13 – 30 Eylül 1989 tarihleri arasında Van Çatak İlçesi Tatareş dağında 1. Konferans, 4-13 Mayıs 1990 tarihlerinde ise Mahzun Korkmaz kampında 2. Konferans düzenlendi. Alınan pek çok karar yanında, örgütten kaçma girişiminde bulunan militanların da yargılanıp cezalandırılması kararlaştırıldı.

26 – 31 Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irak’ta Haftanin kampında yapılan IV. Kongre ile birlikte terör örgütü siyasi çalışmalara ve propaganda faaliyetlerine ağırlık verilmesi kararını aldı. Buna bağlı olarak 1991 seçimlerinde PKK Terör Örgütü’nü temsilen birçok kişi milletvekili seçilerek parlamentoya girdiler.

1992 yılıyla birlikte emniyet kuvvetlerinin PKK terör örgütüne yönelik operasyonlarında büyük başarı sağlandı. Büyük zayiat veren örgüt, 1993 yılı başında sözde ateşkes kararı alarak toparlanmayı ve yeniden yapılanmayı düşündü. Yeniden toparlanmayı sağlamak için Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden gelen 130 kişi 1993 yılının Mart – Haziran aylarında Zeli kampında özel bir siyasi eğitime tabi tutuldular. Ancak PKK’ya olan destek gün geçtikçe azalıyordu. Nitekim 400 kişi için planlanan bu eğitime çoğu kişi gelmemişti. Marksist Leninist çizgisini saklamayan terör örgütü, bu tarihlerde yeniden güç kazanmak için Kürdistan İslami Hareketi adıyla dini çizgide birimler de oluşturmaya yöneldi. 24 Mayıs 1993 tarihinde Bingöl – Elazığ karayolunda 33 askerin şehit edilmesiyle örgüt, sözde ateşkesinin bir taktik olduğunu ortaya koydu.

5-15 Mart 1994 tarihleri arasında Şam’da gerçekleştirilen 3. Konferans’ta, özellikle Avrupa ülkelerindeki siyasi faaliyetlerin artırılması, Medya örgütleri ve Televizyon kurulması, yurt içinde Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde eylemlere başlanması gibi birçok önemli kararlar alındı. 1994 yılı da PKK terör örgütünün yine kadın, çocuk, yaşlı, sivil veya asker ayırmadan yaptığı katliamlar, köy baskınları, mayınlama ve bombalama eylemleriyle geçti.

PKK terör örgütü 7-27 Ocak 1995 tarihleri arasında Kuzey Irak’ta Haftanin bölgesinde V. Kongresini yaptı. Öcalan’a Başkanlık statüsü verildi, örgüt bayrağındaki Orak-Çekiç kaldırıldı, Sürgünde Kürt Parlamentosu kurulması kararlaştırıldı. Kongreyi takiben siyasallaşma faaliyetlerine hız veren örgüt 12 Nisan 1995’de Hollanda’da bir sözde Kürt Parlamentosu topladı. Toplantıya birçok ayrılıkçı grup yanında, dokunulmazlıkları kaldırılan ve yurt dışına kaçan bazı DEP milletvekilleri de katılmışlardı.

1-15 Mayıs 1996 tarihlerinde Şam’ın Zabadani bölgesinde 4. Konferans tertip edildi. Terör örgütü, 1996 yılı sonunda yurt dışındaki Marksist Leninist terör örgütleriyle yurt dışında bir birlik protokolü imzalayarak ortak hareket kararı aldı. 1996 – 1997 yıllarında terör örgütünün genişleme politikasına uygun olarak Karadeniz bölgesindeki eylemlerinde artışlar görüldü. Aynı yıl içinde Antalya bölgesinde özellikle turistlere yönelik eylemlere de hız veren örgüt, bu yolla Türkiye’nin turizm gelirlerini baltalamayı hedeflemişti. Bu eylemleri gerçekleştirenlerin Yunanistan’da eğitim gördükleri ortaya çıktı. Bu arada 1997 baharında düzenlenen Çekiç Güç operasyonlarında PKK Terör Örgütü önemli kayıplar verdi. 15-25 Mart 1998 tarihlerinde yine Şam’da 5. Konferans toplandı.

Kuzey Irak’ta Yeni Yapılanma ve Öcalan’ın Yakalanması

17 Eylül 1998’de, Barzani (KDP) ile Talabani (KYB) arasında Washington’da yapılan anlaşma Kuzey Irak için de bir dönüm noktası oldu. KDP ve KYB tarafından dışlanan PKK, bu birleşmeye katılmak istediyse de başarılı olamadı. Amerika Birleşik Devletleri’nin de açıkça PKK’ya tavır alması üzerine Türkiye, savaşı da göze alarak PKK’nın Suriye’deki varlığına son vermek için atağa geçti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kararlı tutumu ve Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in 5 Ekim 1998’de Suriye sınırına yakın bölgede yaptığı konuşma etkisini gösterdi. Terör örgütünün başı Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Buradan Yunanistan’a kaçan Öcalan, iltica talebi kabul edilmeyince Moskova’ya gitti. Duma Meclisi Öcalan’ın Rusya’da kalmasını onaylarken, Rusya Başbakanı karşı çıktı. 12 Kasım’da Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş sahte pasaportla Moskova’dan Roma’ya gelince İtalyan polisince tutuklandı. Dönemin İtalyan hükümetinin açık koruması da sonuç vermedi ve 16 Ocak 1999 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nce “Lazaros Mavros” adına düzenlenen kırmızı pasaportla buradan ayrıldı. Yeniden Moskova’ya oradan Yunan Gizli Servisi uçağıyla Yunanistan’a ve buradan da Kenya’ya kaçırıldı. 16 Şubat 1999 tarihinde ise Kenya’da –Yunanistan Büyükelçiliğine sığınmışken- düzenlenen özel bir operasyonla yakalanarak Türkiye’ye getirildi.

Yurt içinde PKK terör örgütüne karşı uzun yıllar süren başarılı bir mücadele verilmesine karşın, örgüte birçok Avrupa ve Ortadoğu ülkesinin desteği hiç kesilmedi. Suriye, Terör örgütüne yıllar boyunca en önemli desteği sağlayan, terör örgütü başının Şam’da ikamet etmesine izin veren, işgali altındaki Bekaa vadisinde ve Suriye topraklarındaki kamplarda eğitilmesine öncülük eden en önemli ülkeydi. Suriye ile yakın işbirliği bulunan İran da örgütün Ortadoğu’daki en önemli destekçilerindendi. İran Irak sınırının kuzeyi boyunca uzanan Kandil dağları örgütün son dönemlerdeki başlıca barınağı olmuştu. Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkeleri terör örgütünün önemli geçiş noktaları arasındaydı. İtalya, Hollanda, Almanya, İngiltere, Belçika, Fransa, Avusturya, İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İspanya, kısacası hemen bütün Avrupa ülkeleri ile Ermenistan PKK yan kuruluşlarının rahatlıkla teşkilatlanıp faaliyet sürdürdükleri mekânlar olmuştu.

Örgüt 1993 yılında Almanya’da resmen yasaklanmasına rağmen paravan isimlerle kurulan 33 ayrı dernekle faaliyetlerini devam ettirdi. Yunanistan’da Atina ve İstanköy’de bulunan PKK’nın yan kuruluşları, örgütün faaliyetlerini organize ediyorlar ve çok sayıda militan Yunanistan’da bulunan kamplarda eğitim görüyorlardı. Güney Kıbrıs Rum Kesimi, terör örgütünün Ortadoğu – Avrupa arasındaki geçiş köprüsüydü. Bekaa vadisinde Abdullah Öcalan’ı ziyaret eden Rum Milli Muhafız Ordusu emekli komutanı; “Kürdistan’ın kurtuluşu Kıbrıs’ın kurtuluşudur” diyerek bu işbirliğini özetlemişti. Terör örgütünün yayın organı MED TV, 22 Mart 1999 tarihine kadar 4 yıl süreyle İngiltere uyduları üzerinden yayın yapmış ve Türkiye’nin baskıları sonunda İngiliz Bağımsız Yayın Kurumu tarafından kapatılmıştı. Bunun ardından 29 Mart 1999’da merkezi Almanya’da bulunan, Vatikan tarafından finanse edilen İngiltere lisanslı CTV yayına başladı. Bunu 1 Ağustos 1999 tarihinde Fransa’dan devreye giren MEDYA TV izledi. Bu televizyonun yayınları da Belçika Brüksel’deki stüdyolarda hazırlanmaktaydı.

Terör örgütünün başı Öcalan’ın 16 Şubat 1999’da yakalanmasını takiben yargı süreci başladı. Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki mahkemelerde açılan davalar birleştirilerek, Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce hazırlanan 26 Nisan 1999 tarihli iddianame ile yargılanıp Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesine göre idama mahkûm edildi. 22 Kasım 1999 tarihinde de idam kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Ancak, idam kararı Avrupa Birliği Uyum Yasaları gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilerek İmralı adasındaki cezaevine konuldu.

Yargılama sürecinde Terör örgütünün başı Öcalan, çeşitli Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinin yardımlarını tek tek anlatırken ilginç itiraflarda da bulunmuştu. Kullandıkları 20 Strella füzesini PKK Yunanistan temsilcisinin kiliselerin de bağışları ile Sırbistan’tan aldığını, Körfez Savaşı sonrasında Kuzeye sürülen halkın bıraktığı silahları topladıklarını, Suriye gizli servisi Muhaberat ile işbirliği içinde çalıştıklarını açıklamıştı.

Öcalan, terör örgütü mensuplarının Yunanistan’da Lavrion ve Dimitri Elen kamplarında eğitim gördüklerini, İran’ın Urumiye kentinde bir hastaneleri bulunduğunu, Özgür Gündem ve Özgür Politika gazeteleri ile MED TV’nin örgütün yayın organları olduğunu açıkça ifade etmişti. İddianamede belirtildiği şekilde; terör örgütünün Suriye’de 2, Lübnan’da 2, Kuzey Irak’ta 6, İran’da 7 ve Yunanistan’da 3 adet eğitim kampı vardı.

PKK Terör eylemleriyle Köy ve mezralar yakılmış, karakollar, bölgede hizmet veren kamu araçları, köprüler, okullar, sağlık ocakları tahrip edilmişti. İçinde kundaktaki çocukların, kadınların ve sivillerin olduğu binlerce kişi katledilmiş, Doktor, mühendis, hemşire, imam, öğretmen ve belediye başkanlarının da bulunduğu yüzlerce devlet görevlisi şehit edilmiş; çatışmalarda 5 bini aşkın asker ve emniyet görevlisi şehit olurken 11 bini aşkını da yaralanmıştı. PKK terör örgütüne ait silah ve cephane, küçük bir ülkenin ordusunu donatacak güce ulaşmıştı.

PKK Terör Örgütünün Sözde Siyasallaşma Süreci

Terör örgütü elebaşının yakalandığı 1999 Şubat ayında Kandil’de düzenlenen VI. Kongre’de Öcalan’a bağlılık vurgusu yapılıp bir dizi siyasi karar alınarak örgütün ayakta tutulma çabası gözlendi. 2-23 Ocak 2000 tarihinde yine Kandil bölgesinde yapılan VII. Kongre sonunda örgüt silahlı eylemlerine ara vererek tümüyle siyasallaşma sürecini başlattı. Örgütün silahlı militanları, dağlarına yerleştiler. Siyasallaşma faaliyetleri çerçevesinde PKK terör örgütü, etnik dil ve kimliklerin Anayasa güvencesi altına alınmasını, eğitim ve kültür haklarının tanınmasını, idam cezasının kaldırılmasını, genel af çıkartılarak bütün PKK mensuplarına siyaset hakkı tanınmasını gerçekleştirmek istiyordu. 5-22 Ağustos 2001 tarihlerinde gerçekleştirilen 6. Konferans’ta, Siyasallaşma adı altında Serdilhan örgütlenmesine, yani Sivil Başkaldırı çalışmalarına başlanma kararı alındı.

11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen İkizKule saldırısının arkasından Örgüt, 4-10 Nisan 2002 tarihlerinde Kuzey Irak Dole Koge kampında gerçekleştirilen VIII. Kongre’de bazı batılı ülkelerin tavsiyesiyle ismini KADEK (Kongreye Azadi Demokrasiye Kürdistan) olarak değiştirdi. Avrupa Birliği uzun süre direndikten sonra 1 Mayıs 2002 tarihinde PKK’yı terör listesine aldığını açıkladı. Ancak örgüt yeni ismi ve PKK amblemi ile Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerine eskiden olduğu gibi devam etti.

Nisan 2003’te ABD ve müttefiklerinin Irak’ı işgali sonrasında PKK, bir süre tedirginlik yaşadıysa da kısa sürede ABD ile iyi ilişkiler kurdu. 27 Ekim – 6 Kasım 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen IX. Kongre ile örgüt yeni bir isim değişikliğine gitti ve KongraGel (Kürdistan Halk Kongresi) adını aldı. Silahlı Kanat HPG’nin eylemlerinden sorumlu olmadığını açıklayarak ABD ile işbirliğine zemin hazırladı. Kongre’de alınan kararla, yeni bir strateji belirlenerek Dört Parçalı Kürdistan (Türkiye, Suriye, Irak, İran Kürdistanları) fikrinin benimsendiği açıklandı. PKK, İran’ın Mahabat bölgesinde ve Suriye’nin Kamışlı Haseki bölgesinde geniş bir tecrübeye ve halk tabanında güçlü irtibatlara sahipti. Ancak ABD İttifakı’nın amacı bölgedeki bütün Kürtleri tek bir çatı altında ve kendi kontrolünde birleştirerek İran’dan Akdeniz’e uzanan Büyük Kürdistan’ı kurmaktı. Bu yüzden ABD, Kadek ve KongraGel örgütlerini de hemen terör listesine dâhil etmişti.

Bu arada ABD, Irak’ta direnişin arttığı 2004 yılında örgütün silahlı kanadını göstermelik olarak ikiye bölmüş ve Osman Öcalan liderliğindeki grubu Suriye’de kullanmak üzere Musul ve Suriye sınırında örgütlemişti. Kamışlı ve Mahabat’ta Mart ayı ortasında aynı günlerde denemesi yapılan isyanlarda PKK önemli bir rol oynadı. Bir maç sırasında Kamışlı’da Kürtler Araplara karşı kışkırtılınca 50’yi aşkın kişi öldü ve yüzlercesi yaralandı.

ABD Büyük Kürdistanı ve Çözüm Süreci

Bu yeni bölgesel ve siyasal ortamda, İmralı’da bulunan Öcalan “Yeniden İnşa Komitesi” kurularak Çözüm sürecine zemin hazırlanmasını isterken, örgütün silahlı kanadının başına getirilen Murat Karayılan ABD İngiltere İsrail İttifakı’nın Bölgesel İsyan planına uygun bir tavır aldı. 28 Mart – 4 Nisan 2005 tarihlerinde Kandil bölgesinde gerçekleştirilen XI. Kongre, Öcalan’ın “Devlet, İktidar, Savaş ve Sınır hedefi olmayan Demokratik, Özgür ve Eşitlikçi Toplum haline gelinmesi” talimatıyla örgütün yeni baştan yapılanmasını esas aldı. Buna KKK (Koma Komelen Kürdistan) Kürdistan Demokratik Konfederalizmi adı verildi. KKK Sözleşmesi, 4 ülkedeki bütün Kürtlerin Demokrasi Anayasası olarak ilan edildi. Bu şekilde Öcalan, hem Türkiye hem de ABD yönetiminin taleplerine uygun bir strateji belirlemişti.

PKK Terör Örgütü KongraGel’in 25 Mayıs 2007 tarihli genel kurulunda, KKK Sözleşmesi KCK (Koma Civaken Kürdistan) Sözleşmesi olarak ilan edildi. Demokratik Toplumcu Konfedere bir sistem olarak tanımlanan yeni yapı, “halkın komün, ocak, meclis ve kongreler yoluyla örgütlenmesini” temel alan yeni bir Sivil Paralel Örgütlenme hedefiydi. Sözleşmenin 36. Maddesi’nde; “PKK, klasik parti olmayan, iktidarı hedeflemeyen, ideolojik, ahlaki ve örgütsel bir oluşumdur… KCK sistemi içerisinde her çalışan, PKK’nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas alır” ifadesiyle örgütün siyasal temeli aynen korunuyordu. Bir yandan Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD (Partiye Yekitiye Demokrat), Irak’ta PÇDK (Partiye Çaresera Demokrat Kürdistan) ve İran’da PJAK (Partiye Jiyane Azade Kürdistan) örgütleri Yürütme Konseyi adıyla tek bir çatıda toplanırken, diğer yandan da her ülkede İdeolojik, Sosyal, Siyasal, Maliye, Kadın, Halk Savunma ve Halkla İlişkiler ve Örgütlenme komisyonları kuruluyordu. Yürütme Konseyi’nin başkanı Murat Karayılan olarak belirlenmişti.

Bu şekilde Terör Örgütü, sivilleşme maskesi altında bir Bölgesel Siyasal ve Askeri Yapı haline getirilmişti. Başından beri Demokratik siyaset için kurulduğu söylenen HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP gibi siyasal partilerin bu üst yapıya bağlı bir alt unsur olmaktan başka bir görevi yoktu.

Özellikle 28 Şubat 1997’den 2009 yılına kadar geçen süreçte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Emniyet, Yargı, Askeriye gibi en temel devlet kurumları Fetulla Terör Örgütü’nün kontrolüne girmişti. Bu dönemde, Pentagon’un Büyük Ortadoğu Stratejisi çerçevesinde PKK Terör Örgütü’ne geniş bir örgütlenme ve isyana hazırlık imkânı oluşturulmuştu. 2010 yılında başlatılacak olan Arap Baharı Projesi ile Fas’tan OrtaAsya’ya kadar olan Yeşil Kuşak, ABD’nin Yeni Egemenlik Alanı haline getirilecekti. Son olarak Türkiye, Suriye, Irak ve İran’daki ayrılıkçı Kürtlerin öncülüğünde Büyük Kürdistan inşa edilecekti. Fetö Terör Örgütü’ne mensup subaylar, bulundukları bölgelerde PKK mensuplarının silahlanmasına göz yummuşlardı.

Fetö ve Daiş Terör Örgütlerine ilişkin video konferanslarımızda ifade ettiğimiz gibi 2009 yılı Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldürülmesi ve Tayyip Erdoğan’a yönelik suikastlar, Türk Devleti’nin uyanmasına vesile teşkil etti. Tayyip Erdoğan’ın tehlikeyi görmesiyle birlikte Fetö, Daiş ve PKK Terör Örgütlerine karşı önce derinden bir mücadele başladı.

21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’daki Nevruz mitinginde açık olarak Örgüt önderi Öcalan’ın “Silahlı güçlerin yurt dışına çıkmasını” içeren sözde barış mektubu okundu. 2013 – 2015 yılları arasında PKK ile TSK arasında hiçbir ciddi çatışma olmadı. Bu süreçte PKK Terör Örgütü, GüneyDoğu illerinde bir yandan KCK yoluyla örgütlenirken, bir yandan da kentlere büyük bir silah yığınağı, mayınlama ve tuzaklama hazırlığı yapıyordu. Örgüt, Yerel Mahkemeler ve YDG-H adıyla kendi Asayiş birimlerini oluşturmuştu. Türk Hükümetleri, Çözüm Süreci bahanesiyle uyuşturulurken, bütün bölge büyük bir OrtaDoğu Savaşı’na hazırlanıyordu.

Sırasıyla Osmanlı’nın Arap Pınarı, Türkiye’nin Mürşit Pınar, Suriye’nin AynulArap, Kürtlerin ise Kobani olarak isimlendirdiği bölge, PKK Terör Örgütü’nün ilk kuruluşunda olduğu gibi bu yeni aşamada da önemli bir rol üstlendi. Aslında Kobani ismi, Kürdistan Projesi’nin gerçek sahiplerinden ve Berlin Bağdat Demiryolu’nu yapan Deutsche Bank’ın Company ifadesinden geliyordu. 19 Temmuz 2012’de Kobani, PKK’nın Halk Koruma Birlikleri, yani PYD kolunca ele geçirildi. ABD Planı ve Türkiye’nin de oyuna dâhil edilmesiyle tam bir Tiyatro sahnesine dönüştürülen Kobani’de, PKK bölgeyi Daiş’ten kurtaracak Büyük Kahraman olarak ilan edildi.

Temmuz 2015 & Temmuz 2016 Dönüm Noktaları

20 Temmuz 2015’te, CIA MI6 MOSSAD Koalisyonu Daiş Terör Örgütü imzasıyla Urfa Suruç’ta bir bombalı araç eylemi gerçekleştirdi. Eylemde, Kobani’ye destek mitingi yapanlardan 34 kişi öldü ve 100’den fazlası yaralandı. Bu eylemi bahane eden PKK Terör Örgütü de sözde ateşkes kararını kaldırdığını açıkladı. Bu tarihten sonra Obama yönetiminden talimat alan FETÖ, DAİŞ ve PKK Terör Örgütleri bütün güçleriyle Türkiye’ye saldırmaya başladılar.

2015 Ağustos ayından itibaren PKK Terör Örgütü, Silopi ve Cizre gibi stratejik bölgelerden başlayarak Hendekler ve Kent Savaşları yoluyla kurtarılmış bölgeler oluşturmaya çalıştı.  Türk Güvenlik Güçleri ise sivil halka zarar vermeden, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir başarıyla bütün GüneyDoğu kentlerini teröristlerden temizledi.

15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen FETÖ & NATO Darbesi sırasında, yurt içi ve dışındaki bütün PKK unsurları bir işgal hazırlığı için teyakkuza geçirilmişti. Darbe planının başarısızlığa uğramasını takiben Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet ve İstihbarat Teşkilatları hainlerden ve bölücülerden temizlendi. Yurt içinde ve dışında Terör Mücadelesi büyük bir hız kazandı.

Türk Güvenlik Güçleri tarafından Ağustos 1984’ten Mart 2017’ye kadar yaklaşık 44.000 PKK Terör Örgütü mensubu etkisiz hale getirilmişti.

PKK OrtaDoğu’nun En Büyük Uyuşturucu Kaçakçısı

Günümüzde, Güney Amerika’dan sonra dünyanın ikinci büyük uyuşturucu üretim merkezi Afganistan’dır. Özellikle, Peştunların yani Taliban’ın hâkimiyetindeki güney eyaletlerinde üretilen uyuşturucular, Afganistan ve Pakistan üzerinden İran’a geçirilir. Kontrol edilmesi oldukça zor coğrafi şartlar ve dağların bulunduğu uzun sınırın en önemli kısmı Zahedan bölgesidir. Bu bölgede yaşayan Sünniler tarafından teslim alınan uyuşturucular, İran Kürdistan’ı olarak bilinen Mahabad bölgesine taşınır ve burada PKK’nın uzantısı olan PEJAK Terör Örgütü tarafından teslim alınır.

İran üzerinden Avrupa’ya uzanan Uyuşturucu hattının 3 koridoru vardır: Birincisi, Rusya üzerinden Kuzey Koridoru, İkincisi Türkiye üzerinden Orta Koridor ve Üçüncüsü Irak, Suriye ve Rum Kesimi üzerinden Güney Koridoru. Uzun yıllardan beri, BM raporlarında ve uluslararası tartışmalarda Türkiye üzerinden geçen Orta Koridorun, Avrupa’ya uzanan en büyük uyuşturucu yolu olduğu kaydedilir. Bu bilgiler verilirken de, Güvenlik kuvvetlerinin operasyonları sonucu yakalanan uyuşturucu miktarları dikkate alınır. Buna karşılık, Kuzey ve Güney koridorlarında hiçbir güvenlik sorunu yaşanmadan çok daha büyük uyuşturucu nakli yapılır. Kuzey Koridoru, tamamen Rus Mafyasının kontrolündedir.

Orta ve Güney Koridoru, yani Ortadoğu Koridoru ise neredeyse tamamen PKK Terör Örgütü tarafından yönetilir. 2014 yılıyla birlikte, Türkiye’nin İran ve Irak sınırında yapımını tamamladığı KaleKol Güvenlik Noktaları, PKK’nın Orta Uyuşturucu Koridoruna çok büyük darbe vurmuştur. Bu yüzden PKK Terör Örgütü, KaleKol inşaatlarının durdurulması için büyük çaba sarfetmiştir. KaleKol Güvenlik noktaları, belki de şu anda dünyada bulunan en iyi sınır güvenliği sistemini oluşturmaktadır. Gecenin zifiri karanlığında bile 3-5 bin metre uzaklıktaki birkaç kişilik grupları bile Termal Kameralar ile izleyebilen bu birimler, birbirlerinin karanlık noktalarını da dikkate alarak Türk sınır güvenliğini en üst düzeye çıkarmıştır. Bu birimlerde, her türlü enerji, ısınma, barınma, elektronik atış sistemli özel silahlar, helikopter pistleri gibi her türlü imkân düşünülmüştür.

Türk devletinin bu önlemi, PKK Terör Örgütü’nün Uyuşturucu Koridorunu Güney’e taşımasına sebep olmuştur. Eskiden, Güney Uyuşturucu Koridorunda, PKK Terör Örgütü ile Suriye Güvenlik Birimleri ortaklaşa çalışıyorlar ve Uyuşturucu ile birlikte eski eser kaçakçılığı da yapıyorlardı. Son iki yıldır hızlanan Suriye iç savaşı PKK’nın bu işbirliğine de büyük darbe vurdu. Bu yüzden PKK Terör Örgütü’nün Kandil dağlarından geçirdiği uyuşturucular, Kuzey Irak’tan ve Sincar bölgesinden çok rahat bir şekilde geçtikten sonra örgütün Suriye uzantısı PYD’ye ulaşıyordu. Kuzey Suriye’deki PKK & PYD unsurları bunları Akdeniz’e taşıyordu. Kuzey Suriye’de egemen olan Daiş Terör Örgütü, PKK Terör Örgütü’nün bu uyuşturucu trafiğine zaman zaman engel oluyor ve yakalanan uyuşturucular yığınlar halinde yakılıyordu. Türkiye’nin 2016 yılında hızlandırdığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile Azez – Cerablus Hattı Daiş Terör Örgütünden tamamen temizlendi. 23 Şubat 2017’de ise örgütün bölgedeki üçüncü büyük kenti ElBab, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rehberliğinde ele geçirildi. Bu şekilde, hem PKK’nın Kuzey Suriye Koridoru Planı devre dışı kalırken, hem de OrtaDoğu Uyuşturucu Koridoruna büyük bir darbe vurulmuş oldu.

PKK Terör Örgütü, Kandil üzerinden geçirilen bütün kaçak mallardan haraç alırken, Avrupa’ya taşınan birinci sınıf uyuşturucuyu bizzat kendi elemanlarına taşıtıyor. Bu amaçla Terör Örgütü’nün özel bir Lojistik Birimi var. Silahsız olarak sadece uyuşturucu taşıyan bu birimin elemanları, şimdi Suriye sınırı üzerinden Türkiye’ye sızmak suretiyle uyuşturucu trafiğini devam ettiriyorlar. Orta Anadolu’ya kadar PKK Lojistik elemanları tarafından taşınan uyuşturucular, Orta Anadolu’da yine Kürtlerden oluşan Batı Mafyasına teslim ediliyor. Bu malların önemli bir bölümü Ege kıyılarından Yunanistan’a ve oradan da Avrupa ülkelerine taşınıyor. PKK Terör Örgütü, Avrupa’daki uyuşturucu dağıtımı işinde örgütün siyasi militanlarından ziyade Kürt Mafyasını ve yerel Mafya örgütlerini kullanıyor. Bu yüzden, Türkiye’nin özellikle Ege kıyılarındaki bazı turizm merkezleri ile Orta Avrupa ülkelerindeki birçok eğlence merkezleri ve kumarhaneler Kürt Mafyasının eline geçmiş bulunuyor.

PKK Terör Örgütü, Uyuşturucu trafiğinden elde ettiği gelirin önemli bir kısmını silah ve mühimmat alımında kullanıyor. Bu konuda Terör Örgütü’nün en büyük ticari muhatabı –Rus Gizli Servisi tarafından korunan- Rus Mafyası. Son zamanlarda, PKK – PYD Terör Örgütünün silah ve mühimmat temini için büyük paralar harcadıkları ve geçmişe göre daha büyük bedeller ödedikleri kaydediliyor. Ayrıca, önemli bir hususu da not etmekte yarar var: PKK Terör Örgütü, uyuşturucu trafiğinden elde ettiği büyük meblağdaki paralarını Alman bankalarına yatırıyor. Terör Örgütünün Ortadoğu’da yaptığı büyük pazarlıkların bedelleri Almanya ve Belçika’da ödeniyor.

 

Paylaş / Share