Arap Harfleri

Arap harflerinin Türk dilinin ifadesinde ve yazımında çıkardığı sorunlar, Cumhuriyet’ten önce de Türk toplumunu yeni arayışlara yöneltmişti. İlk olarak Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye üyesi Ayıntaplı Mehmet Münif Paşa, 12 Mayıs 1862 tarihinde yaptığı konuşmada Arap harflerinin yarattığı sorunları gündeme getirmişti. Münif Paşa’ya göre Arap harflerinin zorlukları şunlardı :

  • Bu alfabe ile yazılan herhangi bir kelime birkaç şekilde okunabilmektedir.
  • Anlamı bilinmeyen bazı özel isimlerin okunması imkansızdır. Büyük harflerin bulunmaması sebebiyle özel isimleri diğerlerinden ayırdetmek çok zordur.
  • Arapça – Farsça terkipler yüzünden Türk dili iyice anlaşılmaz hale gelmiştir.
  • Arap harfleri, matbaa ve basımda büyük problemler çıkarmaktadır. Diğer milletler 30 – 40 harf ile istedikleri kitabı basabildikleri halde, Arap nesh harfleri ile bir kitap basmak için 2 – 3 kat fazla harf şekline ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Avrupalılarda bu sorunlar olmadığı için, 6 – 7 yaşındaki çocuklar, erkek, kadın, uşak ve amelelere kadar okuyup yazma öğrenebilmekte; bizde ise Arap yazısını öğrenme güçlüğünden halkın fikren terbiyesi mümkün olmamaktadır.

Bu konuşmadan 1 yıl kadar sonra Azeri Türklerinden Ahundzade Feth-Ali, aynı zorluklara dikkat çekerek, -İslam harfi kabul edilen alfabenin tümüyle atılması düşünülmediğinden- Arap harfleri üzerine farklı harekeler ve şekiller ilave edilerek Türk dil yapısına uygun hale getirilmesini önerdi.

1869 yılında İran’ın Osmanlı İmparatorluğu Sefiri Melkum Han, aynı konuya temas ederek Arap harflerinin çıkardığı güçlükleri şöyle ifade etti :

…Bizim çocuklar 5 – 6 yaşında mahalle mektebine verilip, iki üç senede bir Hatm indirdikleri ve birkaç sene Tecvid ile bu Hatm’ler tekrar olunduğu -halde- gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir tezkire kaleme almak nerede!.. Yazılmış tezkireyi bile çıkaramazlar. Çocuklar da bir tarafa.. Onları okutan hoca efendilerin içinde gazete ve tezkire okur ve birkaç satır mektup ve tezkire yazabilir % 5 nefere çıkmaz; halbuki Ermeni ve Rum ve Yahudi etfali (çocukları) mahalle mektebine girdikten altı ay sonra kendi lisanınca gazete ve mektup okumağa ve bir sene sonra kendisi mektup yazmağa başlarlar. İkinci sene, Mukaddimat-ı Hisabiye’den (ilk matematikten) ve üçüncüde Coğrafya’dan elzem olan ufak tefek şeyleri öğrenirler. İmdi bizim çocukların fıtrat ve fetanetce bir eksiklikleri mi vardır ki, onlar gibi tahsil-i fevaid edemiyorlar? (öğrenimden yarar göremiyorlar?). Hayır, çocuklarda hiçbir kabahat yoktur, yolsuzluk bilcümle usul-i tahsilindir (öğrenim tarzınındır).

Melkum Han‘a göre; Müslümanlar alfabelerini düzeltmedikçe talim ve terbiyede ilerlemeleri, Avrupa medeniyeti seviyesine yükselebilmeleri imkansızdır. İran Sefiri’nin Hürriyet gazetesine gönderdiği bu Farsça makalede belirttiği görüşe karşı Namık Kemal; ıslahat düşüncesinin bütün harflerin değişmesi anlamına geleceğini, bunun ise birçok mahsurları olduğunu belirtir.

Aynı dönemde, Terakki Gazetesi’nde Hayreddin Bey “Maarif-i Umumiye” adlı makalesinde harflerin değiştirilmesini önerdi. Makalede; “Türklerin harflerini değiştirmedikçe ilerlemeyeceği, bu harfler ile okuma yazma öğrenmek için uzun zaman gerektiği ve dolayısıyla matematik, felsefe, coğrafya, kimya gibi bilimlerin öğrenilmesine vakit kalmadığı, Rusların kullanıldıkları harflerin zorluğu yüzünden şeklen güzel olmasa da yeni bir alfabe kullanmaya başladıkları, yeni bir alfabe için kısa zamanda bir komisyon kurulmasının gerekliliği” vurgulanır. Buna karşılık da Ebuzziya Tevfik, Namık Kemal’e benzer görüşler öne sürdü ve harflerin değiştirilmesi yerine ıslah edilmesinin gerektiğini söyledi. Harflerin değişmesine muhalefet edenlere göre; “suç alfabede değil öğretim sisteminde idi. Örneğin Japonlar alfabeleri çok karışık olmasına rağmen gelişme kaydetmişlerdi. Araplar ise yine Arap harfleri ile 5 – 6 ay gibi kısa zamanda okuma yazmayı öğrenebiliyorlardı.[1]

Mustafa Kemal Atatürk‘ün, Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kabul etme düşüncesi oldukça eskiye dayanıyordu. Bu konudaki düşüncelerini 1908 yılından birkaç yıl önce Bulgar Türkoloğu Manolof’a söylemiş, sonradan bu sözleri Arif Necip Kaskatı 19.8.l948 tarihli Cumhuriyet gazetesinde açıklamıştı. Aynı şekilde, 7-8 Temmuz 1919 gecesi M. Kemal Paşa, Mazhar Müfit Kansu’ya ilerde yapacağı bazı reformlarla birlikte Latin harflerinin kabul edileceğini de bildirmişti.

1923 yılında İzmir’de toplanan 1. İktisat Kongresi’nde İzmirli  Nazmi isimli bir işçi delege ve iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü için bir önerge vermek istemişler, fakat Başkan Kazım Karabekir bunu kabul etmemişti. 1924 yılında ise, Milli Eğitim bütçesi görüşülürken genç milletvekili Şükrü Saraçoğlu, alfabe meselesine değinerek, bilgisizliğin başlıca sebebinin Arap yazısı olduğunu söylemişti. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit ve Kılıçzade Hakkı bu düşünceyi destekliyorlardı. Aynı yıl içerisinde Berlin’deki Türk öğrencileri “Yeni Harfler Birliği” adlı bir dernek kurarak bütün Türk illeri için Latin harflerinin kabulünü istemişler ve “Yeni Yazı” adında bir de dergi çıkarmışlardı.

Bu arada, aynı yıllarda bir süre bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Latin kökenli harfleri ilk kabul eden Müslüman ülke oldu. Ancak, daha sonra Rus istilasına uğrayan Azerbaycan mecburen Kiril denilen Rus alfabesine döndü.

Latin harfleri meselesi 1926 yılında yeniden gündeme geldi. Akşam gazetesi, dilci, tarihçi ve yazarlarla bir anket yaptı. Dr Abdullah Cevdet, Mustafa Hamit ve Refet Avni gibi yazarlar dışında geriye kalan 13 kişi Latin alfabesine karşı çıktılar.

M. Kemal Atatürk 1928 yılına girdiğinde artık bu konuyu sonuca bağlama kararını almıştı. Dolayısıyla, basında Falih Rıfkı, Yunus Nadi, Mithat Sadullah ve Celal Nuri gibi yazarlar Latin harflerini destekleyen yazılar yazdılar. 8 Ocak 1928’de, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Türk Ocakları merkez ve hars heyetlerine verdiği bir şölende Latin harflerinden yana konuştu. Aynı yılın 8 Mart’ında  Başbakan İsmet İnönü, Türk Ocağı hars heyetinde Latin yazısı üzerine bir danışma toplantısı yaptı. Bu arada, İbrahim Necmi ve Ahmet Cevat gibi yazarlar da Latin harflerini destekleyen yazılar yazdılar.

Bu konuda ilk olarak, o zamanki CHP Genel Sekreteri Saffet (Arıkan) ve arkadaşlarının hazırladığı Latin Rakamları Tasarısı 24 Mayıs 1928 tarihinde 1288 sayılı kanunla kabul edildi. Türkiye bu aşamaları geçirirken, 1928 yılı içinde Latin kökenli harfleri kendi dil yapısına uyarlayarak kabul eden ikinci Müslüman ülke Endonezya oldu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın isteği üzerine 23 Mayıs 1928 tarihinde Başbakanlık tarafından Latin yazısının uygulanma çalışmalarını araştıracak bir dil heyeti kurulmasına karar verildi. Komisyon çalışmaları, M. Kemal Atatürk’ün de kontrolü altında kısa zamanda gerekli hazırlıklarını tamamladı. 9 Ağustos 1928  Perşembe günü akşamı, M. Kemal Atatürk ilk olarak bir not defterine yazdığı Latin harflerinden oluşan küçük bir konuşma yaptı. Konuşmanın bazı bölümleri şu şekildeydi :

Vatandaşlar! Bu notlarım Türk harfleriyle, Türk kelimeleriyle yazılmıştır.. İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz.. Arkadaşlar! Arzum, ahenkdar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bunun lüzumen olduğunu anlamak mecburiyetindeyiz. Anladığımız şeylerin eseri olarak mevcudiyetine yakın zamanda bütün kainat şahit olacaktır. Buna katiyetle eminim.

…Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, lakin çok lüzumlu bir iş daha vardır : Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyeti içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır.

Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir; Türkün seciyesini anlamıyarak kafasını bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün Türk heyeti içtimaiyesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün alemi medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir.[2]

Dil heyetinde bulunanlara göre, bu yazı reformunun yerleşmesi için 5 ila 15 yıl arasında bir zamana ihtiyaç vardı. Hatta İsmet İnönü bile böyle bir reformun gereğini tam olarak kabullenememiş ve bunun gerçekleşmesi için en az 7 yıllık bir süreye ihtiyaç olduğunu belirtmişti. O’nun bu terüddüdü M. Kemal Atatürk’ü bile kızdırmış ve “bu iş için 6 ay bile fazladır” demişti.

Ayrıca, hemen Arap harflerini bırakmak mümkün olamayacağı için de, gazetelerin ve yayınların yarısının Arap harfli, yarısının da Latin harfli olması düşünülüyordu. Ancak, M. Kemal Atatürk bu reformun 3 ay gibi çok kısa bir zamanda tutunacağına ve başarılı olacağına inanmıştı. 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen 1353 sayılı kanunla Latin harflerine dayanan Türk Alfabesi kabul edildi. Kanuna göre, 1929 yılı başından itibaren yani iki ay sonra, devlet ile yapılacak bütün yazışmalar, basılacak bütün gazeteler ve yayınlar mutlaka yeni Türk Alfabesi ile olacaktı. 11 Kasım’da alınan bir kararla bütün yurtta Millet Mektepleri açıldı. Büyük küçük bütün vatandaşlara buralarda yeni Türk Alfabesi öğretildi. Her ne kadar harf reformu Latin alfabesinin kabulü şeklinde anlaşılsa da, Latin harfleri olduğu gibi alınmamış Türk dil yapısına uygun olarak yeni harfler de oluşturulmuştu.

Yazı reformunun korunması için 23 Aralık 1931 tarihinde alınan bir kararla; “Yeni Türk Alfabesi Kanunu’na aykırı olarak Arap harfleri ile açık veya gizli dersane açan, faaliyet yapanların Ceza Kanunu’nun 526. Maddesine göre cezalandırılacağı” hükme bağlandı. Böylece birçok konuda olduğu gibi yazı konusunda da Türk milleti Arap kültürünün etkisinden sıyrılmış oldu. Bununla birlikte, Arap harflerinin kutsallığı ve gerekliliği o günden bugüne her zaman cahilce savunuldu. İslamcı bir yazara göre; “İslam harfleri yasaklanmıştı. Yazı devrimi ile birlikte Türk toplumu bir günde cahil bırakılmış, ümmi duruma düşürülmüştü. Okuma yazma kolaylığı açısından her iki alfabe arasında bir fark yoktu.[3]

Halbuki, Arap harfleri Türk dil yapısına tamamen tersti. Türkçe’de “a,e,o,ö,u,ü,ı,i” gibi 8 sesli harf bulunmasına rağmen, Arap alfabesinde bu sesleri karşılayacak “fetha, kesre, damme” şeklinde 3 sesli harf vardı. Ayrıca, Arap harflerinin bitişik olarak kelimenin başında, ortasında ve sonunda farklı yazılması da büyük sorun yaratıyordu. Normalde 28 harf olan Arap alfabesi, kelime içindeki farklı yazılışlar sebebiyle kimi zaman 400’e yakın farklı şekle giriyordu. Şinasi özellikle yazım ve basımda büyük zorluk çıkaran bu konu üzerinde çalışmış ve harflerin farklı şekillerini ancak 112’ye kadar indirebilmişti.

Bu yüzden, Osmanlı devrinde okuma yazma oranı % 15 – 17 gibi son derece düşük, halk ile okumuşlar arasındaki fark da bir o kadar derindi. Harf devriminden sonra açılan Millet Mektepleri ile okuma yazma oranında bir patlama dönemi yaşandı.

Diğer yandan Arap harflerinin kutsallığını savunmak hem akla, hem de İslam düşüncesine aykırıdır. Hanefi düşünce ekolüne göre; Kuran, harf olarak değil, mana olarak kutsaldır. Esasen Tanrı’nın Alfabesi olması düşünülemez. Kuran çevirisi konusunu açıklarken de söz ettiğimiz gibi; tarih boyunca her millete kendi dilinde peygamber gönderilmiştir. Kutsal kitapların dilleri de kutsal kabul edilseydi, Tevrat ve Zebur’un dili olan İbranice ile İncil’in dili olan Aramca’nın da kutsal olması gerekirdi. Esasen Arapça, Arap toplumunun icat ettiği bir yazı dili de değildir. Arapların bulduğu bir yazı yoktur. Onlar bu yazıyı Sina Yarımadası’ndaki diğer toplumlardan ve Fenikelilerden almışlardır. Son yüzyıl içinde Arap yazarlarından Latin harflerinin kabulünü savunanlar bile olmuştur.

KAYNAK: Dr Abdullah Manaz, Atatürk Reformları ve İslam, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2. Baskı, Aralık – 2010, İstanbul, sh.310.


[1] Arap Harflerinin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında İlk Teşebbüsler ve Neticeleri, Fevziye A.Tansel, Belleten, c. XVII, s. 223 – 249.

[2] Türkiye Maarif Tarihi, O.Nuri Ergin, c. V, s. 1763 – 1765.

[3] Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri, H.Hüseyin Ceylan, c. II, s. 228, 247, 251.

Paylaş / Share