Doğu Türkistan Zorunlu Eğitim Kampları

Giriş

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği öncülüğündeki iki kutuplu Soğuk Savaş Sürecini hepimiz biliyoruz. Bu sürecin en önemli özelliklerinden birisi, ABD’nin Sovyet ideolojisi Komünizme karşı İslam dünyasındaki Siyasal İslamcı eğilimleri desteklemesiydi.

Bu sürecin son noktası bir bakıma Afganistan’da yaşandı. 1970’li yıllarla birlikte Sovyetler Birliği’nin Orta Asya’dan güneye doğru yayılma girişimi ve Afganistan işgali başlamıştı. Sovyetler Birliği bununla da kalmamış ve 1978’de Humeyni’nin büyük oğlu Mustafa Sovyet Gizli Servisi tarafından öldürülmüş ve sonuçta, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki İran da İslam Devrimi süreci başlamıştı. 1979’da Humeyni’nin Tahran’a dönüşünün ardından ABD karşı operasyonlara başladı ve silahlı bir çatışma alanı haline gelen Türkiye’de 12 Eylül 1980 ihtilaline destek oldu.

Amerika Birleşik Devletleri Sovyet işgalini durdurmak için bir yandan Afganistan ve Pakistan’daki İslami grupları örgütlerken, bir yandan da Büyük Ortadoğu’daki (ve tabiatıyla Türkiye ve Türk dünyasındaki) radikalleşme eğilimlerini desteklemiş ve bu şekilde Afgan cihadının Mücahid ihtiyacını karşılama yoluna gitmişti. ABD’nin Soğuk Savaş sürecindeki en önemli finansörü Amerikan – Suud Petrol Ortaklığı olan ARAMCO idi.

1980’li yıllarla birlikte Suudi kırmızı pasaportuna sahip olan Usame bin Laden bAfgan Mücahidlerinin lojistik sorumlusu oldu. Hizbi İslami ve Cemiyeti İslami gibi iki büyük örgüt aynı çatı altında toplandı ve mücadele başarıya ulaştı. 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasını da etkileyen bu mücadele 1990’lı yıllarda renk değiştirmeye başladı. Hizbi İslami ve Cemiyeti İslami, ABD karşıtı bir çizgiye sürüklenince, bu kez de Pakistan’daki Peştun kökenli öğrenci ve eğitmenler desteğinde Taliban hareketi kuruldu. Taliban hareketi Kabil’i ele geçirdi ancak ABD’nin bölgesel taleplerine de direnmeye başladı. Afgan Cihadının siyasi sorumlusu Zalmay Halilzad ile Taliban arasında, Afganistan’dan Pakistan üzerinden güneye inecek iki petrol boru hattı kurulması görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine ABD, önceli müttefikleri gibi Taliban’ı da düşman listesine ekledi ve Örgüt, İslami cehalet ve radikalizmin en önemli örneği olarak dünya kamuoyuna tanıtıldı.

1990’lı yılların ortasından itibaren ABD ile İsrail arasında da stratejik işbirliği gelişti ve İslamafobi çizgisinde birleşti. Bu tarihten itibaren, Müslüman Radikal Gruplar hem ABD hem de İsrail için birer Varolma Gerekçesi haline geldiler. İsrail, bir yandan Hamas’ın gelişmesine ve güçlenmesine göz yumarken, bir yandan da Hamas’ın eylemlerini gerekçe göstererek Filistin’deki işgal ve yerleşimini genişletti.

Aynı şekilde ABD’de yine Ortadoğu’da Saddam gibi tehditlerin oluşumuna bir yandan göz yumarken, diğer yandan da bunları gerekçe göstererek öncelikle Körfez petrol bölgesine siyasi ve askeri yerleşme planları yapmaya başladı. Yine 1990’lı yıllarla birlikte kurulan El-Kaide Terör Örgütü, ABD’nin askeri olarak yerleşmek istediği Yemen, Somali gibi bölgelerde eylemlere başladı. 11 Eylül 2001 eylemi, ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri için önemli bir fırsat ve gerekçe oluşturdu.

Bu süreçte, Aramco Selefi ideolojisinin bir yansıması olan El-Kaide içerisinde Rusya’ya karşı savaşan ağırlıklı olarak Kafkas kökenlilerle birlikte, Doğu Türkistan’dan gelerek örgüte katılanlar da vardı.

Doğu Türkistan – Sincan Bölgesi

Onsekizinci Yüzyılın ortasında Çin tarafından işgal edilen Sincan bölgesi, Türk Dünyasında Doğu Türkistan olarak bilinir. Sincan “Yeni Sınır” anlamına gelmektedir. Çin nüfuzunun zayıfladığı 1933-34 yıllarında Kaşgar ve Hotan bölgelerinde Doğu Türkistan Türk İslam Cumhuriyeti adıyla iki devlet kuruldu. 1944-1949 yılları arasında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti ise Sovyetler tarafından desteklendi. 1949’da bağımsızlığını ilan ettiyse de uzun sürmedi ve aynı yıl içinde Çin, çeşitli dini ve kültürel haklar tanıyarak bölgedeki egemenliğini pekiştirdi. 1955’de sembolik olarak Sincan Özerk Bölgesi ilan edildi. 1949’da nüfusun % 93’ü Uygur Türkleriydi. Ancak zaman içerisinde % 6,7 olan etnik Çin azınlık 2000 yılındaki sayımlarda % 40 olarak açıklandı.

Siyasi olarak ilk önemli örgütlenme 1968 yılında Türkçü çizgide gizlice kurulan Doğu Türkistan Halk Partisi idi. Bu parti Sovyetler tarafından destekleniyordu ve içerisinde Marksist Leninist görüşler de mevcuttu. 1970’li yıllarda oldukça aktif olan grubun bazı liderleri tutuklandı. Sovyetler ile Çin arasındaki yumuşama ile birlikte partinin de gücü zayıfladı. Ancak 1980’leri takiben, bütün İslam dünyasında olduğu gibi burada da dinsel bir uyanış ve buna bağlı olarak öğrenci gösterileri başladı. Doğu Türkistan İslam Partisi de bu yıllarda kurulmuş ve bölgede yaklaşık 43 şube oluşturmuştu. 12 Aralık 1985’de Sincan Üniversitesi’nde yapılan gösterilerde “Sincan’a Bağımsızlık”, “Çin Sömürgeciliğe Son” sloganları atıldı.

1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığına kavuşması, Doğu Türkistanlı Uygurlar için de bir örnek teşkil etti. Afgan cihadına katılanların da içinde olduğu Uygur gruplar 1990’lı yıllardan itibaren Meşrep yapılanmaları kurdular. 1990’da Baren ayaklanması, 1993 yaz ve sonbahar aylarında süren gösteriler ve 7 Temmuz 1995’de Hotan’da meydana gelen isyan üzerine Çin hükumeti 1995’de Meşrep yapılanmalarını kapattı ve önlemlerini sertleştirmeye başladı. 1996 yılındaki ulusal grevi takiben bir dizi tutuklamalar ve Sincan’daki güvenliği artırma önlemleri görüldü. 1990’lı yılların sonuna kadar Çin güvenlik güçlerine karşı birçok silahlı eylem gerçekleştirilmesine rağmen Çin hükumeti, olayları dünya kamuoyundan özenle gizledi. ABD’deki 11 Eylül 2001 Saldırısı, Çin’in Doğu Türkistan ve Uygur politikası açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Artık Çin hükumeti, Uygular tarafından gerçekleştirilen bütün eylemleri duyurmaya ve bunları gerekçe göstererek baskılarını artırma yoluna gitti. Hükumet, Doğu Türkistanlı Teröristlerin 1990’dan itibaren yaptıklarını iddia ettiği çok sayıda eylemi” kamuoyuna duyurdu. Çin Dışişleri Bakanı, Kasım 2001’de BM’de yaptığı konuşmada: “Doğu Türkistanlı teröristlerin uluslararası terör örgütlerince eğitilip donatıldığını ve finanse edildiğini” ifade etti. Çin hükumeti, Uygur grupların El-Kaide ve Orta Asya’daki diğer radikal dini gruplarla olan ilişkilerine ilişkin birçok iddialar ortaya attı. Buna karşılık Doğu Türkistan İslam Partisi lideri Hasan Mahsum, 22 Ocak 2002’de Radyo Free’de yaptığı konuşmada: “Nihai amaçlarının Sincan’ın kurtulması olduğunu ve El Kaide ile herhangi bir organik bağlarının olmadığını” açıkladı. Buna rağmen Çin hükumeti, Doğu Türkistan İslam Partisi’nin ABD ve BM Terör Örgütleri listelerine girmesini sağladı. (Castets, 2003)

Doğu Türkistan İslam Partisi’nin El Kaide bağlantısına ilişkin ilk açıklama, 2000 yılında bir Rus gazetesi tarafından yapılmıştı. Gazeteye göre, Laden 1999’da Afganistan’da yapılan bir toplantıda, Özbekistan İslam Hareketi ile Doğu Türkistan İslam Partisi’ne fon sağladığını söylemişti. ABD Hazine Bakanlığı, 2002 yılında örgütü terör listesine ekledi. Kaynaklara göre, Doğu Türkistan İslam Partisi, diğer birçok örgütün bağlı olduğu bir çatı örgüt niteliğinde. Mesela, 1990’larda Afganistan ve Pakistan’a kaçan Uygurlar tarafından 2006 yılında kurulan Türkistan İslam Partisi en önemlisi. ABD, örgütün Afganistan’daki birliklerine karşı savaştığını ve 2002’de bir kampta ele geçirilen 22 Uygur’un Guantanamo üssüne nakledildiğini de ifade etmişti. Ancak bunlar, terör suçlamalarından kurtuldu ve çeşitli ülkelere geri gönderildi. Çin hükumeti, Doğu Türkistanlı grupların çok da yaygın olmayan eylemlerini gerekçe göstererek Sincan üzerindeki baskısını artırdı ve 2010 yılında Sincan’daki güvenlik harcamalarını % 90 artırdı. Nitekim birçok İnsan Hakları Örgütü de, Çin’in bunu bir asimilasyon gerekçesi olarak kullandığını ifade ettiler. 2013 Tianenmen saldırısından sonra Uygurlar üzerindeki kültürel baskı ve polis tacizlerini artırdı. (Xu, Fletcher and Bajoria, 2014)

2014 Mart ayında TIP lideri Abdullah Mansur, bütün Müslümanların düşmanı olarak ilan ettiği Çin’e karşı kutsal bir savaş başlattıklarını ilan etti. Aynı ay içerisinde bir grup siyah giyimli ve bıçaklı saldırgan Yunnan eyaletinin başkenti Kunming’de bir tren istasyonuna saldırarak 29 kişiyi öldürdü. Çin hükumeti, Uygurların oruç tutmasına yasak koymuştu. Ramazan ayında artan bu baskılara tepki olarak 31 Temmuz 2014’te Kaşgar’da bir hafta süren gösterilerde (Çin hükumetinin ifadesine göre) polis tarafından 100 Uygur öldürüldü. Olaylar sonucunda 59 kişiye ölüm cezası verildi. (Emily 2014)

Yeniden Eğitim Kampları

Çinli Araştırmacı Shawn Zhang, yaptığı özel araştırma yöntemiyle Sincan bölgesindeki Zorunlu Eğitim Kampları’nın birçoğunu tespit etmeyi başarmıştır. Çin hükumetinin Yeniden Eğitim ve Dönüşüm Okulları olarak tanımladığı bu Zorunlu Eğitim Kampları’nın temel özelliklerini de ortaya koymuştur. Buna göre, Kurulan ve Dönüştürülen bu Eğitim kampları diğer eğitim tesislerinden farklı olarak jiletli çift dikenli tellerle çevrilmiş, yüksek duvarlar inşa edilmiş veya mevcut duvarlar yükseltilmiş, gözetleme kuleleri yapılmış ve çoğu cezaevinde bile olmayan yüksek güvenlikle korumaya alınmış durumdadır. Dolayısıyla, Çin hükumetinin inkar ettiği ve “Bu eğitim kamplarının sadece Mesleki Beceri Kazandırma Kampları olduğu” iddiası da temelsiz kalmıştır. Zhang tarafından uydu görüntülerinin karşılaştırılması yoluyla yaptığı araştırmada, söz konusu binaların çevresinde daha önceden bu tür önlemler bulunmazken, Dönüşüm ve Eğitim Kampı haline getirildikten sonra bu güvenlik önlemlerinin getirildiği görülmüştür. İnşaat ve Dönüşüm için Çin hükumeti tarafından yayınlanan ihale ilanları ile, kampların yerleri tam olarak belirlenmiştir. Ancak söz konusu deşifreden sonra, Çin hükumetinin 2019 yılında ilan yayınlamayı kestiği ve var olanları da sildiği gözlenmiştir. Buna rağmen araştırmacı, yayınından sonra Çin’den çok sayıda ihbar aldığını ve bunların da çalışmalarını teyid ettiğini belirtmiştir. Araştırmaya göre Uygur nüfusunun % 10’unun bu kamplarda yeniden eğitime tabi tutulduğu, kamplara alınanlar arasında çocuklar ve ihtiyarların da bulunduğu belirtilmektedir. (Batke, 2018)(Zhang, 2018)

BM Uzmanları ve İnsan Hakları Örgütleri, Çin’deki Zorunlu Eğitim Kampları’nda bir milyondan fazla Uygur ve diğer bazı etnik grupların yeniden eğitime alındığını belirtiyor. Ayrıca, kamplara alınan insanların Mandarin Çincesi öğrenmek, Başkan Xi Jinping’e sadakat yemini etmek ve kendi inançlarını eleştirmek ya da reddetmek konusunda zorlandıkları kaydediliyor. (Xu, Fletcher and Bajoria, 2014)

Zorunlu Eğitim Kampları konusundaki bir başka araştırma ise Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü (ASPI) düşünce kuruluşu tarafından yapılmış. ABC News tarafından da yayınlanan bu araştırmada 28 Zorunlu Eğitim Kampı hakkında bilgiler veriliyor. Verilere göre, bu tesisler 2017 yılı başından itibaren 2,7 milyon m2 fazla genişliğe ulaşmış. 31 Ekim 2018’de yayınlanan yazıda, tesislerin son üç ayda (Ağustos, Eylül, Ekim 2018) 700.000 m2 büyütültüğü belirtiliyor. Araştırma’da, büyük çaptaki 28 kamp dışındakilerin sayısının 181 ile 1200 arasında değiştiği ifade ediliyor. 28 Kampa ilişkin ayrıntılı tablo buradan indirebilir: https://docs.google.com/spreadsheets/d/e/2PACX-1vR48u6lKYD21gv6mqM-2dV2lL8axuJ3yG5QJr2KNfG6bZNhy2dXDib_ZyFl9QKwvTRP0EBKZPYczwp9/pubhtml

Zorunlu Eğitim Kampları konusunda ASPI tarafından yapılan analizler ve varılan sonuçlar da korkunç gerçekleri ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, kampların inşaat ve dönüşümü 2017 yılının 2. çeyreğinden itibaren büyük bir hızla yükseliyor. (Australian Strategic Policy Institute, 2018)

ABC News’e konuşan Uygur Üniversite öğrencisi Adem Turan, aşağıdaki fotoğrafta yer alan 80 yaşındaki babasının 1 yıl süreyle bu kamplardan birine alındığını ve çıktıktan birkaç hafta sonra da vefat ettiğini belirtiyor:

Adem Turan, annesinin de kayıp olduğunu ve bu yüzden ABC News’e konuşma kararı aldığını ifade ediyor. Babasının yemek ve uykudan mahrum bırakıldığını söyleyen Turan, babasının kampa alınmadan önceki ve sonraki halini gösteren bir de fotoğraf gösteriyor:

Dünya Uygular Kongresi Genel Sekreteri ve Ankara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Erkin Emet: “Kamplardaki hayatın dayanılmaz olduğunu” vurguluyor. 24 Milyon nüfusa sahip olan bölgede yaklaşık 2 milyon kişinin bu kamplara alındığı düşünülüyor. Çin hükumetinin radikalleşme göstergesi olarak sıraladığı 75 davranış arasında “Voleybol oynamayı reddetmek, çadır sahibi olmak, aniden içki ve sigarayı bırakmak” gibi örnekler de yer alıyor. Ayrıca Sincan bölgesindeki Uygurlar, Ses, Kan, DNA örnekleri ve İris taramaları dahil olmak üzere biyometrik veriler vermeye zorlanıyor. (Doman, Hutcheon, Welch and Taylor, 2018)

CREATOR: gd-jpeg v1.0 (using IJG JPEG v80), quality = 82

Nitekim bu konuda basına sızan ve Çin güvenlik teşkilatlarının kullandığı Sayısal Takip Yöntemleri de bunu doğrulamaktadır. Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu tarafından elde edilen belgelere göre: Çin polisi gözaltılar için yapay zeka kullanan büyük bir veri toplama ve analiz sistemi kullanıyor.

Telegram adıyla yayınlanan bir el kitapçığında: “Kampa katılanların kaçışının nasıl önleneceği, gizliliğin nasıl korunacağı gibi hususlar yanında akrabaları ile görüşmeler ve tuvalet ihtiyaçları” gibi bütün ayrıntılara yer veriliyor. (Allen-Ebrahimian, 2019). Aşağıda kapak resmi bulunan el kitabının İngilizce çevirisi şu linkten indirebilir: https://www.documentcloud.org/documents/6558510-China-Cables-Telegram-English.html

Çin belgeleri, bu konuda yüz tarama kameraları ve popüler cep telefonlarının yüz tarama uygulamalarının yüz binlerce kişiyi takip için kullanıldığını ortaya koyuyor. Aynı şekilde, Müslümanlar için hazırlandığı düşünülen dini içerikli bir uygulamanın da Uygurların takibi için kullanıldığı belirtiliyor. Zapya adındaki Uygulama, internet olmasa dahi kişiden kişiye kolayca dosya paylaşımını, Kuran ve Dini Metinler gönderilmesini kolaylaştırıyor. (Aleci, 2019)

Zorunlu Çalışma Kampları

Zorunlu Eğitim Kampları ile birlikte ortaya çıkan bir başka gerçek ise, bu kamplara alınanların Zorunlu olarak fabrikalarda çalıştırılması. Nitekim, deşifre edilen belgelerdeki Zorunlu Eğitim Kampları’nın önemli bir bölümü Sanayi Siteleri içerisinde yer alıyor. Hatta, bu eğitim kamplarının bir bölümünün ise atölyelerden ve fabrikalardan oluştuğu belirtiliyor. Durum böyle olunca, Batı’da süren bir başka tartışma ise Çin ile ticaret yapan ve özellikle buradan Pamuk ithal eden Batılı şirketler üzerinden yürüyor. Çin, dünyanın en büyük ve en kaliteli pamuk üreticisi. Dünya pamuğunun yaklaşık % 22’sini üretiyor. Bu pamukların % 84’ü ise Sincan bölgesinden geliyor. Bu çerçeveden bakıldığında Japon firmaları Muji ve Uniqio, Sincan kökenli pamuk kullandıklarını itiraf etti. Hatta bu markalar gömleklerinin ünlü Sincan pamuğundan yapıldığını reklamlarında özellikle vurguluyor. Eleştiriler üzerine bu ifadeler, Uniqio markasının reklamlarından çıkarıldı. H&M, Esprit ve Adidas da, Çin pamuğunun tedarik zincirleri içerisinde yer aldığını belirtti. Bu konudaki bir başka husus ise, Sincan pamuğunun Batı ülkelerine ulaşmadan önce bazı aracı işletme ve ülkelerden geçtiği şeklinde. (Costa, 2019)

Sonuç

Zorunlu Eğitim Kampları konusundaki bilgi ve belgeler, Çin hükumetinin Doğu Türkistan’a yönelik işgal ve asimilasyon politikasının 18. Yüzyıldaki işgali ile başladığını ve Mao Zedong’un özgürlük vaatlerinin de lafta kaldığını göstermektedir. Soğuk Savaş sürecini Komünist rejimin baskısı altında sessiz geçiren Uygur Türkleri, 1980’li yıllarla birlikte Din ve Milliyet temelli bir uyanışa girmişler, 2000’li yıllarla birlikte Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı temelinde siyasi faaliyetlerini artırmışlardır. 11 Eylül 2001’e kadar Uygurlar ile haberleri sansürleyen Çin Hükumeti, bu tarihten sonra ABD ve Batının İslamafobi akımını fırsat bilerek, Müslüman Uygur halkını terörist olarak nitelemeye başlamışlardır. Buna bağlı olarak uluslararası konjonktürden faydalanmışlar, 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren korkunç bir Asimilasyon politikası yürürlüğe sokmuşlardır. Bu siyasetin sonucu olarak, Doğu Türkistanlı 2 milyonu aşkın çocuk, genç, ihtiyar, kadın Zorunlu Eğitim Kamplarına alınarak, adeta beyinlerinin yıkanması yoluna gidilmiştir.

Yaklaşık yarım asrı aşan Komünizm ideolojisinin bile Din ve Milliyet duygularını silemediği düşünülürse, küreselleşen bilgi toplumunda hiçbir şeyin gizli kalmayacağı ve dünya kamuoyunun bu uygulamayı onaylamayacağı son derece açıktır. Nitekim, kısa zamanda deşifre olan bu asimilasyon politikasının etkileri Çin hükumetinin en hassas sahası olan ticaret ürünlerini de etkiler duruma gelmiştir.

Uygur Türkleri, bunca baskılara rağmen Doğu Türkistan’da açık bir silahlı mücadele yürütmemektedir. Barışçıl eylemlerin yaygınlaşması durumunda Çin hükumeti bu politikasından büyük yaralar almak suretiyle vazgeçmek zorunda kalacaktır.

2019 yılı sonu itibariyle, Doğu Türkistan bölgesinde deşifre olan Zorunlu Eğitim Kampları, www.manaz.net sitesinde yayınlanan İnteraktif Ortadoğu Haritası üzerinde koordinatları ile gösterilmiştir. Yerleşkelerin durumu buradan incelenebilir.

Paylaş / Share