Tarihte Hilafet

İslam tarihindeki siyasal ve dinsel ayrılıklar ve kargaşalar Hz Muhammed’in ölümü ile başlar. Hz Peygamber öldüğünde, belirli bir şahsın halife seçilmesine veya nasıl halife seçileceğine ilişkin açık bir delil bırakmamıştı. Bu durum, Müslümanlar arasındaki ilk siyasal mücadelenin ve ayrılığın başlangıcı oldu.

Ensar adı verilen Medine’nin yerlisi olan Müslümanlar Hz Peygamber’in vefatında onun defnedilmesini bile beklemeden Beni Saide gölgeliğinde toplandılar. Muhacirin adı verilen ve Mekke’den Medine’ye göç eden Müslümanlar da, Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde bin Cerrah gibi önde gelen isimlerle birlikte oradaydılar. Ancak, Ali bin Ebi Talip ve Peygamber ailesi Hz Muhammed’in defin işlemleriyle uğraştıklarından bu toplantıya katılamamışlardı. Nitekim toplantıda Hz Ömer’in de otoriter tavrı ile Hz Ebubekir halife seçilmiş ve bu haber Hz Ali’ye ulaştığında bu seçime razı olmamış, ancak çok sonraları buna rıza göstermişti.

Ebu Bekir ile Peygamber ailesi arasındaki gerginlik, miras dağıtımında da kendini göstermiş ve yeni halife “Peygamberler miras bırakmazlar” ilkesine göre Hz Fatıma’ya babasından miras vermemişti. Ehli Beyt olarak tanımlanan Peygamber ailesi, Hz Muhammed’den sonra, hilafetin kendilerinin hakkı olduğuna inanıyordu.[1]

Aynı şekilde Medineli Müslümanların adayı Sa’d bin Ubade de, bu seçimi hiçbir zaman kabullenmedi ve ölünceye kadar Hz Ebubekir’in önderliğini tanımadı. Hz Ebubekir emir olarak sadece iki yıl yaşamış, Hz Ömer bir cinayete kurban gitmiş ve Hz Osman da Müslümanlar tarafından katledilmişti. Sıra Hz Ali’de idi. Daha önce -bazı uygulamaları yüzünden- Hz Osman’a muhalefet eden Hz Muhammed’in hanımı Ayşe ile cennetle müjdelendiğine inanılan Hz Talha ve Hz Zübeyr, bu kez de Hz Osman’ın katillerini bulamadığı gerekçesiyle Hz Ali’ye düşman oldular.

Bu düşmanlık, 9 Aralık 656’da Cemel Savaşı’na yol açtı. Cennetle müjdelendiği kabul edilen sahabelerin karşı karşıya geldiği ve Hz Ali’nin kazandığı savaşta binlerce Müslüman öldü. Hz Ali, Hz Peygamber’in hanımına iyi davranarak Medine’ye gönderdi. Aynı şekilde, Hz Osman’ın katillerini bulamadığı bahanesiyle Şam Valisi Muaviye de Hz Ali’ye düşman olmuştu. Bu husumet de 26 Temmuz 657’de Sıffin Savaşı’na sebep oldu. Hz Ali galip gelecekken, Muaviye ordusunun mızrak uçlarına kuran sayfaları astırdı ve son anda savaşı kazandı. Bu savaştan sonra yapılan Hakem olayı sonucunda da Hz Ali oyuna getirildi ve Muaviye’nin halifeliği ilan edildi.[2]

Bu olay, bir yandan Hz Ali’yi kafirlikle suçlayan Haricilik akımının doğmasına yol açarken; diğer yandan Hz Ali’nin emirliğinin elinden alınması, Şia denilen mezhebin ortaya çıkmasına neden oldu. Hz Ali, 21 Ocak 661 tarihinde bir harici tarafından öldürüldü.[3]

Türk bilgini Ebu Hanife, her iki savaşta da Hz Ali’nin haklı olduğu kanaatindeydi. Fakat, çoğunluk İslam bilginlerinin denge siyaseti gütmesi, hakkı gaspedilen Ali taraftarlarının, yani Şia mezhebinin gelişmesine ve büyümesine yol açtı. Esasen bu tavrın temelinde, Ebu Hanife’nin Arap dünyasında hakim olan Medine ekolüne değil, Irak ekolüne mensup olması yatıyordu.

Hz Ali’nin oğlu Hasan hilafet iddiasında bulunmayınca, Muaviye idareyi tamamen ele geçirdi. Bu dönemden sonra Hilafet, babadan oğula geçen bir saltanat haline dönüştü. Emeviler ve Abbasiler, diğer kabileleri yönetimden uzak tutmak için -ilk seçimde söz konusu edilmeyen- “Hilafet Kureyş’in hakkıdır.” hadisine sıkı sıkıya sarıldılar.

Dört büyük halife döneminde siyasi önderlik için “Emiru’l Müminin, İmamu’l Müslimin, Halifet-i Resulullah” ünvanları kullanılmıştı. “Allah’ın Halifesi” ünvanı ilk olarak Emeviler’in iktidarı ile birlikte kullanılmaya başlandı. Abbasiler döneminde bu halifelik anlayışı daha da güçlendi. Bazı Abbasi halifeleri “Sultanu’llah fi Arzihi” (Allah’ın yeryüzündeki sultanı) ünvanını da kullanır oldular.[4]

KAYNAK: Dr Abdullah Manaz, Siyasal İslamcılık I, Dünyada Siyasal İslamcılık, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı, Ocak – 2008, İstanbul, sh.41.


[1] El-Hareketu’l İslamiye fi Mısr, Abdulâti Muhammed Ahmed, s. 21, 22.

[2] İslam Tarihi, Prof.Dr. Neşet Çağatay, s. 381 – 395.

[3] İslam Tarihi Dersleri, Prof.Dr. H.Gazi Yurtaydın, s. 14-17.

[4] İslam Kurumları Tarihi, Doç. Dr.  İsmet Kayaoğlu,  s. 17-39.

Paylaş / Share