Camide Türkçe

Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar manasını namazdaki duanın;

Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur,

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın.

Ey Türk Oğlu, işte senin orasıdır Vatanın!..[1]

Ziya Gökalp, Vatan şiirinde ifade ettiği gibi, Türkçe Kuran ve Türkçe Ezan fikrinin baş savunucuları arasındaydı. Diğer yandan, namazlar dışında okunan Kuran’ın, ibadetlerden sonra okunan bütün dua ve yakarışların, Cuma ve Bayram Namazı hutbelerinin Türkçe olmasını istiyordu.[2]

İbadetlerin Türkçeleştirilmesi Osmanlı döneminde 1800’lü yıllarda Ali Suavi tarafından da savunulmuştu. Suavi, surelerin Türkçeye çevrilebileceğini ve Türkçe namaz kılınabileceğini söylüyordu.[3]

 22 Mart 1926 tarihinde Cemaleddin Efendi, namaza “Allah Büyük” şeklinde Türkçe tekbirle başlayıp, Fatiha ve takip eden sureyi de Türkçe okuyarak namazı Türkçe kıldırmak istemişti. Fakat cemaat camiyi terketti ve Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi bu hocayı 2 hafta süreyle görevden uzaklaştırdı. Arkasından bir açıklama yaparak, Türkçe namaz kılınamayacağını, ayetlerin Arapça okunması gerektiğini belirtti.

11 Nisan 1926 tarihinde Ahmet Ağaoğlu, bu olayı Milliyet gazetesinde şöyle değerlendirmişti :

İstanbul camilerinden birinde, Türk hocalardan birisi, Türkçe namaz kılmış ve birçok Türk müminleri de. Devletin temeli olarak kabul eylemiş bir memlekette bunun kadar tabii bir hadise olabilir mi? Fakat eyvah ki tabiilik ve mantık hala birçoklarının dindarlığına yerleşememiştir. Anlaşılıyor ki bazıları hadiseye itiraz etmişler ve hocayı Diyanet İşleri Reisliğine şikayet eylemişlerdir.

Tekrar soruyoruz, Hocanın kabahati nedir? Hangi kanun ve hatta şeri şerifin hangi düsturu Türkçenin dualarda kullanılmasını menetmiştir? Türkçe haram bir lisan mıdır? Şeri şerifce haram bir lisan var mıdır? Hiç unutmam, vaktiyle İstanbul Türkocağı’nda verdiğim bir konferansta Hazreti Kuran‘ın Türkçe’ye tercümei lüzumunu ileriye sürmüştüm. Bunun din namına Türklerin Hazreti Kuran‘dan istifade edebilmeleri namına söylemiştim. İkinci gün mahut Abdülaziz Çaviş -ki elyevm (halen) Mısır’da Arap vatanperverliği ile meşguldür- Beyazıt camiinde bir mevize vererek benim mürted olduğumdan ve benim için tecdidi iman ve nikah lüzumundan bahsetmişti.

Çaviş’in haleti ruhiyesini ve onu tahrik eden saikleri (nedenleri) pek iyi anlarım. Bilatefriki (ayrım yapmadan) ırk ve cins bütün beşeriyetin halas ve necatı (kurtuluşu) için nazil olan bu mukaddes kitabı ve bu kitabın muhatabı olan mukaddes bir vücudu yalnız bir kavmin malı addederek, diğer kavimlere lisanlarını ve şuurlarını kaybettirerek o kavmin peyrevi (taklitçisi) olmalarını arzu edenler için böyle bir hareket gayet tabiidir. Onlar için Türkçeyi kullanmak bir irtidat (dinden dönme) ve Türklükten bahsetmek de bir delalettir (sapıklıktır). Allah yalnız Arabın Allah’ıdır ve Arapçadan başka bir lisan kullananları ne dinler, ne işitir ve ne de anlar. Ecdatlarımızı buna inandırmamışlar mıydı? Güzel Türkçemizle uğraşmayı abes ve hatta günah bir fiil gibi telakki etmeye ikna etmemişler miydi?Türk kelimesinin tahkir (aşağılık) ve istihfaf (küçüklük) ifade ettiğini bize kabul ettirmemişler miydi? Lisanımızı, şuur ve vicdanı millimizi bu tetebbuat sayesinde kaybetmek üzere değil miydik? Araptan ziyade Arap, Acemden ziyade Acem olmak üzere değil miydik? Bizi bu hale getirenler aynı zamanda bizi Hazreti Kuran‘dan, İslamiyetin ali (yüce) manalarından mahrum ettirmişlerdir.

Türk fiilen dini membalardan mücerret olduğu, kıldığı namazın yaptığı duaların bile manalarını anlayamadığı için dininden de mahrum kalmıştır. Din yerine kafasında ve kalbinde asla alakası olmayan ve dine taban tabana zıt bulunan hurafat ve israiliyat taşımakta idi.

Fakat bereket versin ki gözlerimiz geç de olsa açıldı. Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı idrak ettik. Ne Müslüman olmak Arap olmak ve ne Türk olmak Müslüman olmamak demek olmadığını öğrendik. Bilakis hakiki Türk olmak aynı zamanda hakiki Müslüman olmak demek olduğuna kani olduk. Zira vakalar ve hadiseler isbat etti ki Müslümanlığı müdafaa, muhafaza ve idame ettiren yegane hakiki amil Türk imiş. Türksüz Müslümanlık yaşamaz, yaşayamaz. Binaenaleyh Türk manen kuvvetli olmalıdır ki Müslümanlık da manen ve maddeten kuvvetli olsun.

Bunun için de Türk mefhumunu ifade eden bütün maddi ve manevi amiller inkişaf etmelidir. Mezkur amiller arasında en mühimleri, Türkün lisanı ve Türkün şuurlu dinidir. Türk lisanının her sahada inkişafı, bütün sahalara hakim olması ve bütün sahalarda kullanılması lazımdır. Dinin şuurlu olması için de Türk o dinin menbaı olan Hazreti Kuran‘la Kuran’ın emrettiği bütün dua ve niyazlarla doğrudan doğruya temas etmelidir. Onları anlayarak feyz almaya çalışmalıdır.[4]

Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki Türkçe Kuran ve ibadet uygulamaları bu çerçeve içerisinde idi. Bunun yanında yine bu dönemde daha geniş kapsamlı dini reform taslakları da sunulmuştu. 20 Haziran 1928 tarihinde, İstanbul Darülfünun İlahiyat Fakültesi‘nden bir grup bilim adamı tarafından bir reform taslağı hazırlanmıştı. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Prof. Dr. İ. Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Dr İ. Hakkı İzmirli, Prof. Dr. Halil Halid, Prof Dr. Halil Nimetullah, Prof. Dr. Mehmet Ali Ayni, Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya, Prof. Dr. Hüseyin Avni, Prof. Dr. Hilmi Ömer ve Prof. Dr. Yusuf Ziya tarafından sunulan raporda : “Camilere sıralar ve elbiselikler konulması, ayakkabı ile girilecek bir düzen yapılması, ibadetin Türkçeleştirilmesi, musiki bilen müezzinler yetiştirilmesi, ilahi müziği konulması” gibi bazı öneriler yer alıyordu. Ancak bu rapor M. Kemal Atatürk tarafından kabul edilmemiş ve komisyon dağıtılmıştı.

Atatürk‘ün emriyle, 1932 yılından itibaren İstanbul camilerinin bir kısmında, Kuran önce Arapça, arkasından da Türkçe okunmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın eski şefi olan Hafız Yaşar Okur, bu uygulamayı ilk olarak İstanbul Yerebatan Camii‘nde gerçekleştirmişti. Hafız Yaşar, “Müşfik ve Rahim Olan Allah’ın İsmiyle” diye besmele çektikten sonra Yasin Suresi‘ni önce Arapça, sonra da Türkçe olarak okumuştu.  29 Ocak’ta bu uygulama birçok camilerde tekrarlandı. 3 Şubat 1932 tarihine rastlayan Kadir Gecesi’nde ise binlerce kişinin bulunduğu Ayasofya Camii’nde  Türkçe Kuran ve ilahi okuma uygulaması yapıldı. Bu bütün İstanbul’da sevinçle karşılandı.

Yunus Nadi Bey, Cumhuriyet Gazetesi’nde bu olayı şöyle anlatıyordu : “Bu memleket Arap memleketi ve bu millet Arap milleti olmadığına göre, bu manasız bidat, ilanihaye böyle devam edip gidemezdi. Milli harsta elbette içtimai tesiri olan dinin, er geç öz dilimizde terennüm edilmesi lazımdı… Mevlidden sonra, Hafız Yaşar Bey Türkçe Kuran’a başladı. Tebareke Suresi’ni okudu. Müteakiben Hafız Rıza, Hafız Seyit, Hafız Kemal, Burhan, Fethi, Turan beyler ile otuz kadar hafız birer muhtelif makamlardan Türkçe Kuran okudular. Her sureden sonra, Türkçe tekbir alınıyordu.[5]

Bu dönemde Yunus Nadi Bey’in, Cumhuriyet Gazetesi’nde birçok makaleleri vardı. 28 Ocak 1932 tarihli bir makalesinde de şunları belirtiyordu : “Bütün bu hakikatlere istinaden kati bir cesaretle şunu söyleyeceğiz : Türklerde hakiki İslam dini, bu dinin kendi öz dilimize tatbik edilmeye başladığı bu günlerden sonradır ki, en makul ve en doğru şeklini almakta bulunuyor.

M. Kemal Atatürk, Türklerin Kuran’ı Türkçe okuyarak ruhunu anlamasını ve belki de ilerde bu Türkçe Kuran alışkanlığının namazda da devam ettirilmesini düşünüyordu. O’nun bu çabaları Mısır’da bile tartışmalara sebep olmuştu.

Şeyh Muhammed El-Guneymi Et-Taftazani, hilafetin kaldırılmasından sonra bu hareketlerin de bir dinsizlik olduğunu söylerken; rasyonalist bir İslam düşünürü olan Ferid Vecdi, “Türkçeleştirme faaliyetleriyle Türkiye’de gerçek din anlayışının kuvvetleneceğini” belirtiyordu.

KAYNAK: Dr Abdullah Manaz, Atatürk Reformları ve İslam, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2. Baskı, Aralık – 2010, İstanbul, sh.279.


[1] Yeni Hayat, Ziya Gökalp, İstanbul – 1941, s. 9.

[2] Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp, Ankara -1955, s. 113 – 114.

[3] Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Hilmi Ziya Ülken, İstanbul – 1979, s. 76.

[4] Türkiye Maarif Tarihi, Osman Nuri Ergin, İstanbul – 1943, c. V, s. 1932 – 1933.

[5] Cumhuriyet Gazetesi, 4 Şubat 1932.

Paylaş / Share