Aleviler ve PKK

Son günlerde bazı Alevi topluluklarını PKK terör örgütünün siyasal yapısına entegre etme gayretleri yapılıyor. Bu gerçekten mümkün mü?

Ülkemiz birçok Etnik ve Dinsel kültürün bir arada yaşadığı geniş ve büyük bir coğrafya. Henüz bireysel özgürlük kavramını geliştiremediğimiz için, topluluklar halinde düşünüyor ve inanıyoruz. İçinde doğup büyüdüğümüz sosyal çevre, inanç grubu ve coğrafi alan ideolojilerimizi de doğrudan şekillendiriyor.

Karadeniz toplumlarına baktığımızda, doğanın yeşili, canlılığı, hareketliliği adeta herkesin yapısına sinmiş gibi. Dik yamaçlara ve tabiat şartlarına inat bir yaşantı, inançları da keskin ve inatçı kılmış. İç Anadolu insanı uzun bozkırlara haykırmış çaresizliğini ve yılda bir kez buğdaya bağlı umutlarını. Güney Yörükleri sürekli göç etmekten, vatanın, yerleşik toprağın kıymetini çok iyi kavramış. Doğu insanı, yılın çoğunda soğuk ve yoklukla uğraşıp durmuş; hep çevreyle mücadele etmiş. Çoğu doğdukları Avrupa yurtlarından sürgüne uğramış Trakyalılar, büyük avlularla çevirmişler dünyalarını, evin huzurun kıymetini bilmişler. Egeliler, eski ada filozofları gibi oturdukları yerden bireysel büyük fikirler üretmişler ama bir türlü de hayata geçirememişler.

İnanç farklılıklarımızın da birçok sosyolojik sebepleri var. Türkiye’de büyük çoğunluğu ulaşılmaz dağ ve orman köylerinde yaşamış Alevi topluluklarımız, sadece inanç ve kültürle ayakta kalmışlar. Herkesin bir dönem Dinsiz sandığı Alevilerin, ahlak ve inançla çevrili felsefi bir dünyada yaşadıkları çok sonradan anlaşılabilmiş. Sünni topluluklarımız dinlerini Arapça dualarda, dünyalarını aşk meşk türkülerinde yaşarken; Alevi topluluklarımız neredeyse bütün türkülerinde Allah, Muhammed, Ali nidalarıyla din ve dünyalarını aynı yapıda birleştirmişler.

Hepimiz inanç ve ideolojilerimizi özgür iradelerimizle ve aklımızla inşa ettiğimiz yanılgısı içindeyiz. İki farklı ailede yetişen Tek Yumurta ikizleri bile farklı eğilim ve inançlara sahip olurken, her coğrafyası ayrı bir iklim olan ülkemizdeki toplulukların aynı düşünmesini, aynı inanmasını beklemek imkânsızdır. Herkesi aynı inanca, aynı mezhebe, aynı ideolojiye tabi kılmak, ancak toplumsal açık hapishanelerle mümkün olabilir. Her topluluk, her çevre ve hatta her kent ve köy farklı özelliklere sahip olduğu gibi, her şeyden önce her birey birbirinden farklıdır.

Bireyler birçok sosyolojik ve psikolojik etkenlerle farklı davranışlar sergiler. Gerçek özgürlük bireysel temele dayanır. Her birey kendi tercihini bireysel akıl varlığı ile belirler. Önemli ve öncelikli olan bireysel özgürlükleri genişletmektir. Büyük ülkelerin, Emperyalizmi Özgürleştirme kavramıyla sunması gibi, Siyasal ve İnançsal Derebeylikleri Demokrasi kavramıyla sunmak da doğru değildir. Her insan içinde doğduğu kültür ve çevreye yakınlık duyabilir ancak sosyolojik ve psikolojik temelleri olan grupsal önyargılar bireyi sınırlandıramaz.

Temel özgürlük Akıl özgürlüğüdür. Toplumsal çevrelerde Ortak Akıl ile bulunan ve uzlaşılan Ana Yasalar geçerlidir. Gerçek Demokrasi, bireylerin bütün tercihlerini özgürce yapabildikleri bir Siyasal yapıdır, yoksa önlerine sunulmuş hazır yemeklerden birini seçmek özgürlük değildir. Dedeler, imamlar veya önderlerin tercihi sadece kendilerine aittir. Etnik ve Dinsel geçmişimiz ne olursa olsun, her zaman bize dayatılanlar değil bizim –değişken duygulardan uzak- matematiksel akla dayalı kararlarımız önemlidir.

İşte bu yüzden, insanları örgütlerin sınırlı derebeyliklerine mahkûm etmek ancak derebeyleri mutlu kılar. Bireysel özgürlüğümüzün en öncelikli sorunu, örgütlerin köleliğine ve efendilerine karşı çıkmaktır.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director