İslam’da Kader İnancı

Dualarla, mevlitlerle Soma’da şehit olanların canları geri gelmeyecek? Bu Kader mi? Kader inancımız bu acıyı da örtecek mi? Birileri Onların canına okurken, Onlar yine Kuran mı okuyacak sadece, çaresizce ve anlamadan?
İslam’da Müslümanların anladığı anlamda bir Kader anlayışı yok! Bu çok önemli konuyu anlamak için önce Kâinatın varoluşunu anlamak gerek.
İslam Felsefesine göre; Kâinatın yaratılışında Teceddüdü Emsal, Misallerin Yenilenmesi esası vardır. Yaratılış o kadar hızlı ve değişkendir ki, 50 khz hızındaki birbiri ardına çakan çıngıların devamlı bir ışık olarak göründüğü gibi süreklidir. Bu yüzden, Kâinatı oluşturan en küçük her bir Cevher her an yaratılır ve değişir. Bu yaratılış ve değişim, organik yapıyı ve varlığı oluşturur.
İslam düşüncesinde 3 zaman vardır: Geçmiş, An ve Gelecek. Geçmiş; yaratılmış. An; yaratılan. Gelecek; yaratılmayı bekleyendir. Bu sebeple, Gelecek yaratılmamış sanal bir gerçekliktir. Bu sanal gerçeklik, yani Gelecek, geçmişin üzerine inşa edilir. Geçmişte yapılanlar ve yaşananlar, Sanal olarak bir gelecek hazırlar ve zamanı gelince de bu Gelecek kesinleşir. Uçuruma yönelen bir insanın o uçurumdan düşeceği Sanal Gelecek, yolunu değiştirmediği takdirde düşmesi ise Sanal Geleceğin gerçekleşmesidir. Bu yüzden, insan her gece rüyasında yakın Sanal Gelecek ile ilgili işaretler ve uyarılar görür. Gece tıka basa yemek yemiş insanın rüyası kabusla geçer. Huzurlu, sakin ve iyilikle dolu bir günün gecesinde de güzel rüyalar görünür ve Güzel Geleceğe ilişkin de işaretler bulunur. Sanal Gelecek bireysel olduğu kadar da toplumsaldır ve çoğu zaman içinde yaşanılan toplumla birlikte de Sanal Gelecek oluşturulur.
Gelecek yaratılmamıştır ve yaratılmamış geleceğin bilgisi de Sanal’dır. Geçmişe ve şartlara göre her an değişebilir, değiştirilebilir. Kesin Gelecek, yani Müslümanların anladığı anlamda Kader yoktur. Eğer Gelecekte kesinlik olsaydı, Allah kendi iradesini, kendi bilgisi ile sınırlamış ve zamanı geldikçe kesin geleceği yaratan bir robot, varlıklar ve insanlar da zaten kesin olan bir geleceği yaşayacak olan, senaryosu yazılmış bir tiyatronun oyuncuları olurlardı. Halbuki Allah’ın iradesini, özgürlüğünü sınırlayacak, belirleyecek bir kesinlik bilgisi yoktur.
Allah, Kâinatı ve Yaratılışı, bizim ancak Tabiat Kanunları olarak tanımladığımız matematiksel ve kusursuz bir düzene dayandırmıştır. Her oluşumun bir öncesi, sebebi ve etkeni vardır. Bu kusursuz varoluş düzeninde gelişi güzellik ve tesadüf yoktur. Genetikten biyolojiye kadar bütün bilim dalları bu kusursuz varoluşun yapısı üzerinde çalışır. Bilimin temeli, varlığın ve değişimin mantığına ve kuralına ulaşmaktır.
Nasıl ki bir tohum içindeki genetik yapısıyla binlerce meyvelik ulu bir ağaca dönüşmüşse, Kâinat da, Allah tarafından kara boşluğa atılmış bir tohum gibi, bir Bilgi ve Enerji çekirdeği olarak başladı. Kara boşlukta genişleyen ve büyüyen Kâinat, Kuran’daki güzel tanımla iç içe küresel cam fanuslar gibidir. Kara boşluk içerisindeki bu cam küreler (Güneş Sitemi, Samanyolu, Galaksiler Grubu vb) Kâinatı oluşturur ve bugüne kadar milyarlarca yıl geçirmiştir.
Dünya, insan ortaya çıkmadan önce milyonlarca yıl madensel, bitkisel ve hayvansal dönemler yaşadı. İnsanlık ortaya çıktıktan sonra, dünyanın geleceği, yani Kaderi daha hızlı değişmeye başladı. İnsan doymak bilmeyen hırsıyla önce yerüstü zenginliklerine saldırdı. Teknolojisini geliştirdikçe yeraltına yöneldi. Kömür, Petrol ve şimdi de DoğalGaz derken, sınırsız talepleri için, sınırlı enerji kaynaklarını tüketebileceğini hiç düşünmedi.
Aynen, hamile bir annenin çocuğunun sakat doğmasına yol açacağını bilerek veya bilmeyerek zararlı kimyasallar tüketmesi gibi. Ya da, ne kadar yiyeceğini, ne kadarla doyacağını bilmeden yaşayıp türlü hastalıklarla boğuşan bir insan gibi. Kin, nefret ve kötülükle ruhunu karartıp hem kendisini hem de çevresini mutsuz kılan biri gibi. Veya okumadan, çalışmadan sadece dua ile imtihanlarını başaracağını düşünen bir öğrenci gibi.
Bu yüzden, önce kendi hatalarımız yüzünden sıkıntıya düşüyor, ardından “Ne Olur Allahım Yardım Et” deyip dualara başlıyoruz. Arapca Kuran okuyarak, Mevlid dinleyerek vicdanlarımızı rahatlatıyor, haddimizi bilmeden Rüşvete sarılıyoruz. Allah görevini bilmediği için O’na görev hatırlatıyor, Ne yapması gerektiğini haykırıyoruz. Allah’ın anlayın, idrak edin diye gönderdiği Kuran’ı, hiç anlamadan tekrar Allah’a okuyor, bir de küstahça O’na ödeme yaptığımızı zannediyoruz.
Ne dünyanın ne de bizlerin Kaderini Allah belirlemiyor. Kendi Kaderimizi kendimiz belirliyoruz. Allah, bizim yaptıklarımıza, gayretimize, yanlışlarımıza göre Varlığı zaten her an yaratıyor. Geçmişte yaptıklarımızla Sanal Gerçekliği oluşturan bizleriz. Geleceğimizi belirleyen bizleriz. Kesin bir gelecek yok, kesin bir Kader yok.
Günahları, sorumlulukları Kader deyip de Allah’a yüklemek yok. Kim çalışırsa O kazanır. Müslümanın Hristiyana, Arabın Aceme, Efendinin Köleye, Erkeğin Kadına bir üstünlüğü yok. Kim birine zerre kadar zarar verirse, onun cezasını görecektir. Ne Şehadet Getiren, ne Haç Çıkaran, hiç kimseye Allah katında haksızlık olmaz. Su havzasına ev yapıp sele uğrayan, deprem bölgesine kumdan apartman dikip altında kalan suçu Allah’a yükleyemez.
Devleti yönetenler, yönettiklerinin sorumluluğundan; Yönetenleri seçenler de seçtiklerinin vebalinden kurtulamazlar.
Yaşadığımız bütün felaketler, düşüncesizce tükettiğimiz dünyanın ve sorumsuzca yaşadığımız hayatın bizlere birer uyarısıdır.
İşte bu yüzden Soma bir Kader değil, bir Sonuç. Bu acı sonucun hesabını da önce insanlar soracak. Hata anlaşılmadığı sürece, anlaşılıncaya kadar kendisini tekrar eder.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director