Şehirde Müslümanlık!

Bundan 40-50 yıl önce Türkiye kırsal bir toplumdu. Dar bir çevrede yaşar, gece gündüz üretimle uğraşır ve sosyal olarak yakın akraba ve tanıdıklarla birlikte olur, herkesle selamlaşırdık. Kırsal alanda Müslümanlık belki biraz daha kolay ve basitti.

Yıllar içinde şehirleştik. Farklı kültürlerden insanlar kentlerde bir araya geldi, apartmanlarda komşu olduk. Farklı inançlar, inananlar, inanmayanlar, tanınmadık, bilinmedik yüzlerce binlerce insan. Sosyal ilişkiler ve kurallar genişledi. Köyden Kente gelen Dervişin kalbinin bozulması gibi, Din ve Ahlak ilişkilerimiz de düzen tutmaz oldu. Ya tamamen dine sarıldık –kırsal alanda olmadığı kadar-, ya da tamamen kuralları hiçe saydık.

Tamamen dine sarılırken, sarıldığımız sadece ibadetler, Namaz, Camiler ve Cemaatler oldu. Kendimizi buralarda güvenli bulduk, dar mutluluklara hapsettik. Namazları düzenli kıldık, sanki Allah’ın hakkını öder gibi ama Günlük hayatta Din ve Ahlakı tamamen unuttuk. Dedikodu, Gıybet, Haset, Kin, Öfke, Nefret, Yalan, İki Yüzlülük ve daha nice kötü huylar ruh dünyamızı sardı. Din ile Dünyayı gerçekten çok güzel birbirinden ayırdık. Namazda, Camide, ne söylediğimizi bilmeden Dindar; Kent hayatında tamamen Dünyalık olduk. Şu Namaz ve Camiler olmasaydı, O zaman Din ve Ahlakın Nerede ve Nasıl yaşanması gerektiğini anlar mıydık acaba? Araç ile Amaçların farkına varır mıydık?

Kentleşirken Dindarlaşanlara karşılık Din ve Ahlakı tamamen dışlayanlar da ne huzuru buldular ne de gerçeği? Ruhun korkuları dinmedi, Gönüller huzur bulmadı. Dinden uzaklaşırken, Ahlakı da gözardı ettik. Özgür olalım derken, kendi arzu ve menfaatlerimizin esiri olduk. Kendimizi kaybederken, çocuklarımızı da kaybettiğimizi sonradan anladık. Zararlı alışkanlıklar, ölçüsüz beraberlikler, onları da rüzgârın önündeki yaprak gibi savurunca telaşlandık. Bu kez de neye sarılacağımızı bilemedik. Bozulmuş Din kuralları mı, yoksa birbirinden uçuk felsefi inançlar mı?

Dindar olsak da olmasak da Müslümanlık veya Ahlak şehirde çok daha önemli. Yere çöp atmak, sokakları kirletmek, trafikte yol kapmak ya da vermek, apartmandakileri rahatsız etmek, balkonda mangal yakmak, aşırı gürültü yapmak, kibirli yürümek ya da külhanbeylik yapmak ve daha niceleri. Hepsi aslında Müslümanlık, hepsi aslında Ahlak.

Din ve Dünya birbirinden ayrı değil. Din ve Ahlak bu dünya için, bu dünyanın, günlük hayatın içinde. Müslümanlık sadece Namaz, Cami, Arapca Kuran Okumak değil. Bugün Miraç Kandili ya; artık “Namaz bu gecede emrolundu!” diye başlarız uzun hutbelere. Bir gecelik Müslümanlıklar, sanki bütün hayatımızın kirlerini arındıracak gibi. Bir de Kilise’ye kızarız, “Günahları Affettiriyorlar” diye.

Peki ya günlük hayatın kuralları, insan olmanın kuralları, sosyal hayatın kuralları? Allah akıl verdikten sonra durmadan Gökten Emir mi Yağdıracak?

Günde 5 vakit, “Bugün kimi aldattım, kimin arkasından konuştum, kim hakkında kötü düşündüm, kime ne kötülük yaptım, kimin gönlünü kırdım, kime kötü bir söz söyledim …” diye hiç kendimizi sorguladık mı, “Namazı kıldım mı kılmadım mı?” diye sorguladığımız kadar? Haydi, şöyle Allah’ın huzuruna geçip, -Arapça değil de- ne söylediğimizi bilerek gönülden bir yakarışta bulunsak, biraz utanırız da kendimizi de davranışlarımızı da sorgularız.

Ama öyle bir inanç yerleşmiş ki; “Namazı kıldın mı? Tamam, Allah’ın Dinin hakkını verdin! Müslümanlığın temel şartını yerine getirdin! Diğerleri mi? Teferruat, hani yapsan da olur, yapmasan da? Allah önce, Namazın hesabını soracak, rekâtları sayacak. Bir rekâtını kılmamışsan, kaç bin sene cehennemde yanacaksın. Sonra, diğer konular.

Zaten hep teferruatta boğuluruz ya…

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director