Suriyeli Kimliği : Ümit Özdağ : Mansur Yavaş

Yıllardır Ortadoğu üzerine çalışıyorum ve sanırım Suriye bu bölgede en yakından tanıdığım ülke. 1990 Büyük Ortadoğu Projesi ile 2010 Arap Baharı Projesi’nin devamı niteliğindeki Ortadoğu Kaosu ve yeniden yapılanma süreci Suriye’de kilitlendi. Aslında kilitlenmiş de sayılmaz, çünkü hedeflenen amaçların çoğuna ulaşılmış durumda.

ABD & İsrail planının gereği olarak Ortadoğu’da uzun süre varlığını sürdüren Dikta rejimlerinin yerine kaos ve parçalanmanın hakim olduğu ve sonuçta da Libya, Yemen, Somali, İran, Irak ve Suriye’de açık örneklerini gördüğümüz parçalanmış veya federatif yapıya evrilmiş küçük, yönetilebilir ve istikrarsız devletçikler fiilen oluşmuş durumda.

Bizi yakından ilgilendiren Yakın Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda İran tarihsel Fars hegemonyası ve buna dayalı Şii Siyasal İslamcı yapısıyla bütünlüğünü korumayı başardı. Ancak Güneydeki Belucistan ve Kuzeydeki Güney Azerbaycan hala bölünme altyapısını koruyor.

Irak artık fiilen çok parçalı bir sosyolojik yapıya dönüşmüş. Kuzey ve KuzeyDoğu’daki Kürt Federasyonu varlığını pekiştirdi. Diğer bölgelerde ise İran yanlısı Şii Gruplar, İran karşıtı Muktada Sadr Grubu ve kısmen tarafsız Şii Sistani taraftarları, etnik birlikteliğe rağmen aynı Caferiyye mezhebi içerisinde bile birlik oluşturamadılar. Sünniler, geçmişte Daiş Projesi’ne verdikleri insan desteği yüzünden hala yaralı durumdalar. Türkmenler ise yıllardır sürdürülen yanlış stratejiler sebebiyle askeri, siyasi ve coğrafik bir güç haline gelemediler.

Ürdün, kraliyet yönetiminin entelektüel Siyasal İslamcılar ile -ki Müslüman Kardeşler’in resmi olarak varlığını sürdürdüğü tek Arap ülkesidir- zoraki uzlaşmasının getirdiği geçici barış ortamında ekonomik zorluklarla boğuşmaya çalışıyor.

Mısır, -Büyük Ortadoğu’daki çoğu Siyasal İslamcıların yaşadığı sürece benzer şekilde- Müslüman Kardeşler’in ABD ve Soros desteğinde iktidara gelişinin ardından yine ABD & İsrail projesiyle tehdit haline getirilip neredeyse Rusya’nın bile destek verdiği bir İhtilal ile Askeri bir diktatörlüğe dönüşmüş durumda.

Libya, Fransa ve Kara Avrupası ülkelerinin de desteğiyle fiilen iki parçalı yapısını koruyor. Batı, emperyalist geleneğinin devamı olarak Bingazi merkezli Petrol coğrafyasını ve mafyasını yönetirken, Trablus biraz da eski Osmanlı (aslında Mustafa Kemal ve Enver Paşa) mirasının devamı niteliğindeki Misrata güçleriyle ve Türkiye’nin desteğiyle ayakta kalmayı başardı.

Fas’ta, Arap Baharı sonrası meclis çoğunluğunu ele geçiren El-Adale ve’t Tenmiye (Adalet ve Kalkınma) Partisi (ki sembolü de lambadır) Kral gözetiminde siyasi yapısını muhafaza ediyor.

Tunus, Büyük Ortadoğu Projesi’nin temel ilkelerinden birisi olarak güçlenen Siyasal İslamcı Gannuşi takipçileri ile ABD, Batı, İsrail desteğinde kısmen entelektüel bürokratik yapıdan aniden ortaya çıkarılan Said Çevresi ile çatışma içerisinde.

Yemen, İran ve Suudiler ile Emirlikler arasında paylaşılmış alanlara bölündü. Mogadişu merkezli sahipsiz Somali devleti yine uzaktan kumandalı Şebab Terörü ile boğuşurken, Körfez desteğindeki SomaliLand ve Pundland bölgeleri huzur ve refah içinde gelişmesini sürdürüyor.

Krallık ve Prensliklerle yönetilen Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ı, -ödedikleri ekonomik rüşvetler sebebiyle- hiçbir zaman kaybetmedikleri Batı desteği ve sevgisi sebebiyle değerlendirmek bile gereksiz.

Lübnan, Arap dünyası içerisinde en talihsiz ülke. ABD, Fransa, İsrail ve Batı ülkelerinin sömürüde uzlaşamadığı siyasi açıdan parçalı bir alan olarak 1980 sonrasında İran Devrim Muhafızları tarafından kurulup güçlenen Şii Hizbullah’ın zoraki askeri korumasına sığınmış vaziyette. Ekonomik açıdan adeta çökmüş durumdaki ülkede Suriyeli mültecilerin varlığı sosyolojik çatışmayı adeta zirveye çıkarmış halde. Lübnan halkının çoğunluğu Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönmesini isterken, uluslararası fonlardan Mülteci Yardımı alan hükumet dibe vurmuş Dolar musluğunu tümden kapatmak istemiyor. Suriyeli Mülteciler konusunda Türkiye ile aynı ekonomik ve siyasal sorunlara sahip olmasından dolayı son değerlendirmemi Lübnan ile tamamladım.

Türkiye, Arap Baharı ile birlikte önce demokratik bir ilişki kurarak Suriye’nin Nusayri ağırlıklı (% 15) idari yapılanmasına -Müslüman Kardeşler ağırlıklı- Sünni Arap varlığını entegre etme gayretine girişti ancak bu girişim başta İsrail, ABD, Fransa gibi Batılı ülkelerle birlikte geri planda İran ve Rusya tarafından adeta dinamitlendi. Hiç kimsenin Demokrasi diye bir derdi yoktu ve Türkiye hükumetleri de dahil herkesin ideolojik, dinsel ve mezhepsel çıkarları her şeyi gölgelemişti. Neticede Suriye iç savaşı başladı.

ABD & NATO & İsrail kurgusu Daiş Projesi, bölge paylaşımına katkıda bulunması için Rusya ve İran tarafından da desteklendi. Rusya, Çeçenistan ve Kafkasya’daki bütün Siyasal İslamcı varlığının İran üzerinden bölgeye akmasına yardımcı oldu. İran, Orta Asya’da kendisine tehdit oluşturacak Sünni İslamcıların yine kendi ülkesi üzerinden geçişine göz yumdu. Batı ülkeleri, kendi topraklarında yeşermiş Radikal İslamcıların Lübnan ve -FETÖ İktidarı döneminde- Türkiye üzerinden bölgeye yerleşimini kolaylaştırdı. Ortadoğu’da FETÖ ile PKK arasında tam bir paylaşım uzlaşması sağlanmışken, 15 Temmuz’da yaşanılan hesaplaşma sonrası taraflar yeniden belirlendi. Fetö uzantısını kaybeden ABD, PKK ile ittifak kurarken -ve Türkiye’yi yönetenler de PKK ile Barış sevdasından vazgeçerken-, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki az sayıdaki Kurmayın stratejisiyle güney sınırlarımızda -daha önce Mustafa Kemal tarafından çizilmiş alanlarda- Hatay ve İskenderun Körfezi’ni tehdit eden ve Amanoslara yerleşmiş PKK varlığı Afrin’den, Daiş Varlığı -içerisindeki Türk kökenli radikal İslamcıların geri dönüşü ve istihbaratının da yardımıyla- Azez ve Cerablus bölgelerinden temizlendi.

Bununla birlikte gerektiğinde Emperyalizm’de birleşen ABD ve Rusya, TelRifat, Menbiç ve -PKK için tarihi ve stratejik önem taşıyan, Öcalan’ın Suriye’ye ilk girişinde 6 ay kaldığı- 1985’ten itibaren Türkiye’ye yönelik PKK Terörünün planlama ve istihbarat merkezi olarak faaliyet gösteren AynulArap’a Türk Ordusu sokulmadı. Şunu da açıkça belirtelim ki bu süreçte, Türk Ordusu’nun Suriye kuzeyinde gerçekleştirdiği 3 büyük Operasyon hayati derecede önemli ve gerekliydi. Bununla birlikte M4 Otoyolu güneyine, yani İdlib’e inerek, yukarıda belirttiğimiz dünyalı siyasal islamcıların yığınak alanına girmek de -bana göre- büyük bir siyasi hata oldu. Türkiye, TelRifat, Menbiç ve AynulArap bölgelerindeki hedefine ulaşmak için M4 güneyinden vazgeçmeyi pazarlık konusu yapmalı ve bu hatasından dönmelidir.

Şimdi gelelim Suriyeli Mülteci hatasından nasıl döneriz:

Geçmişini yukarıda özetlediğimiz süreç sonunda bölge ile en uzun sınırı olan Türkiye, Suriyeli akınına uğradı. Bu göçten, Türkiye’nin ekonomik bazı çıkarlar sağladığı doğrudur. Ortadoğu’da tüketilen altının üretim merkezi olan Halep’teki varlık Türkiye’ye, GaziAntep ve Urfa’ya taşınmıştır. Bir zamanlar, Türkleri ucuz işçi olarak çalıştırıp ekonomik büyümesine katkı oluşturan Almanya gibi Türkiye de şu günlere kadar sanayi, inşaat ve tarım alanlarında Suriyelileri ucuz işgücü olarak kullanmıştır. Özellikle Ege, Akdeniz ve GüneyDoğu bölgelerinde tarım hasadının yine Suriyeli ucuz işgücü ile gerçekleştirildiği ve bunun da önemli bir ekonomik katkı olduğu açıktır. Bütün bu olumlu katkılara karşılık artık bu sürecin de sonuna gelinmiştir.

Suriyeli Mülteciler konusundaki en önemli sorun ekonomik değil, kültürel entegrasyondur. Almanya’ya giden Türk işçilerinin medeniyetin merkezinde bir ömür geçirmelerine rağmen o topluma entegre olmaya direndiklerine ve başlangıç kültürlerini inatla koruduklarına hepimiz şahitiz. Aynı şey Suriyeliler için de geçerlidir. Suriyeli mülteciler son bir yıldır kendi işyerlerini kurmakta, ekonomik bağımlılıklarını sona erdirmekte, Türk işçilerle aynı ücreti talep etmekte ve hatta kendi medya kanallarını oluşturmaktadır.

Türkiye artık bir Osmanlı ülkesi değildir. Ümmetçilik ideolojisi sona erdirilmiş ve Türk Dili ve Kültürüne dayalı bir Cumhuriyet yönetimine geçeli neredeyse 1 asır olmuştur. Suriyelilerin -ki çoğunluğu oluşturan Arapları kastediyorum- Kültürel olarak Türk Milleti ile entegrasyonu imkansızdır. Aksine, Arap Dili, Kültürü ve Din Anlayışı hegemonyasına açık olan Türklerin tersine entegrasyonu, yozlaşması ve milli kimliğini kaybetme tehlikesi mevcuttur.

Bu çerçevede, önceleri Ümit Özdağ hocanın Esad Yönetimi ile uzlaşarak Suriyeli Mültecileri geri gönderme önerisini doğru bulmuyordum. Çünkü, Esad yönetiminin Suriye’de gerçekleştirdiği katliamlara, baskılara en yakından şahit olan birisiyim. Çünkü burada muhatabımız Azınlık Esad Yönetimi değil, Rusya, İran ve mevcut kaostan beslenen İsrail, ABD, Fransa, hiçbir siyasi ağırlığı olmayan Arap Birliği kısacası tüm diğer ülkelerdir. Biz çözümü, Esad Yönetimi ile uzlaşarak değil, kendimiz üreterek bulmalıyız. Diğerleri Federasyon peşinde ise bizim de aynı çözümle aynı öneriyle yola devam etmemiz gerekir. En yakın örnek Irak’tır. Eğer, Kerkük edebiyatını bırakıp da Türkmenleri Telafer’e taşıyabilseydik, Mustafa Kemal’in çizdiği geri çekilme hattında şimdi Kürt Federasyonu gibi bir Türkmen Federasyonu olacaktı. Ve bu Türkmen Varlığı, şimdilerde Irak ve Suriye Ayrılıkçı Kürtleri arasındaki güç birliğine en önemli engeli oluşturacaktı.

Türkiye’nin hedefi ve sloganı: “Suriye’de toprak bütünlüğü temelinde Demokratik Yapılanma söz konusu değilse çözüm Federatif yapıdır.” olmalıdır.

Bazı çözüm farklılıklarına rağmen Ümit Özdağ hocanın çıkışını ve Türkiye’nin mevcut siyasal çözümsüzlükten kurtulması için Mansur Yavaş ısrarını destekliyorum.

Yanlışta ısrar edilmez. Hele ki yanlış her geçen gün ülkeyi daha da bataklığa sürüklüyorsa bir an önce buna dur demelidir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türk Kültürüne ve kuvvetler ayırımına dayalı bir Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmak, tavizsiz olarak Fetö ve benzeri ihanet şebekeleri ile, Mezhep Ayrımcılığı ile, cehalet yuvası ve kölelik sistemi haline gelmiş Tarikat ve Cemaatler ile, bu devletin kuruluş değerlerini bir türlü kabul etmeyen Kürt Ayrılıkçıları ile, kendi çıkarlarını ülke menfaatlerinin üzerine çıkarmış Sermaye Çevreleri ile Türk Milletinin yanında mücadele etmek bizim varlık sebebimizdir.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director