Müslüman Yahudi Düşmanlığı ve Türkler

1950’li yıllara kadar, Yahudiler ile İslam toplumları arasında ciddi bir düşmanlık yoktu. Tarih boyunca, Yahudiler ile Müslümanlar aynı ülkede, aynı şehirde ve aynı mahallede sorunsuz olarak yaşadılar. Müslüman ülkelerin birçoğunda Yahudi mahalleleri ve ibadetlerini yapabilecekleri Havralar vardı. Bugün İsrail’in en büyük düşmanı olan İran’da bile Yahudiler varlıklarını sürdürdüler. Yahudiler yüzyıllarca İslam dünyasında rahatça ticaret yaptılar. Müslüman kentlerindeki hala yaşayan Yahudi mezarlıkları bu ortak hayatın en önemli belgeleridir.

Daha önemlisi, Tarihte birçok Türk toplulukları Musevilik dinini seçmişlerdi. Göktürklerin Batı kanadını oluşturan Hazaralar, 600’lü yıllardan itibaren Orta Asya’dan Kafkasya ve Kırım’a kadar olan bölgede hâkimiyet kurmuşlardı. Aslında GökTanrı inancına sahip olan Hazara Türkleri, 800’lü yıllardan sonra resmen Musevilik dinine girdiler ve 1000 yıllarına kadar hüküm sürdüler. Bir süre Rusların egemenliği altında kalan Hazarlar, 1200 yıllarını takiben Orta Avrupa’ya göçtüler.[1] Buradaki Fransa ve Almanya’da yaşayan Yahudi göçmenlerle buluştular ve Aşkenaz Yahudiliği ortaya çıktı.[2] Nitekim 1999’da Aşkenaz Yahudilerin Y kromozomları üzerinde yapılan araştırmalar, kökenlerinin İsrailoğlu’na değil Türklere dayandığını göstermiştir. [3] Günümüzde Dünya Yahudilerinin % 80’i Aşkenazlardan oluşmaktadır.[4]

Aşkenaz sözcüğü, M.Ö. 800 ile 200 yılları arasında Çin Seddinden Tuna Nehrine kadar uzanan bölgede yaşamış İskitlerin (Saka Türkleri) antik adı olan Ashguazi’den geliyordu.[5] Günümüzde Kırım, Litvanya, Polonya ve Macaristan’da bulunan Karaim Yahudileri (Türkleri) aynı kökene dayanıyorlardı. Bir parantez olarak Fransa’nın güneyi ile İspanya’nın kuzeyinde yaşayan Baskların da Saka Türklerinden olduğu kabul edilmektedir.[6]

Türk varlığı, tarih boyunca bütün Avrupalıları ve özellikle Avrupa’nın patronu Germenleri, yani Almanları oldukça rahatsız etmiştir. 2010 yazında Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin “Almanya Kendini Yokediyor” isimli kitabının tanıtımında şunları söylemişti: “Yahudilerin ve Baskların kendilerine özgü genleri vardır. Müslüman genleri ise Avrupa gen havuzunu olumsuz etkiliyor.”[7]

Sarrazin’in “Alman Irkını Saflaştırma” düşüncesinin tarihsel temelleri vardı. Bütün Avrupa’ya yayılmış ve hatta Alman kültürü ve dilinden etkilenmiş olan Aşkenazlar, Almanların baş düşmanıydı. Ünlü Yahudi Yazar Leon Pinsker 1882’de Almanya’da yayınladığı broşürde bu düşmanlığı şöyle özetliyordu:

Yahudi hiçbir zaman evinde olmadığı gibi, hiçbir yeri de vatanı saymadı. O her yerde yabancı olarak kaldı. Babası, atası, doğduğu ülkeler bu gerçeği değiştirmedi. Sanki üvey evlat muamelesi gördü. Hatta o ülkelerde gayrı meşru çocuk muamelesi gördü. Almanlar, atalarının asil karakteriyle Slavlar ve Celtler hiçbiri, Sami ırkından Yahudileri doğuştan kendilerine eşit saymadılar. Yahudi olmayanlar, Yahudi olanların alınlarına günah çıkartmak maksadıyla damga vurdular ve onları ıstıraba ittiler. Bütün bu acayiplikleri, bu fenomenleri insan tabiatı içinde değerlendirmek gerekir. Özetle söylemek gerekirse, yaşayanlar içinde ölü bir insandır Yahudi. Yerlilere göre yabancıdır ve kendinden değildir. Paraya tapandır ve dilencidir. Milyoner olabilir, vatanperver olabilir ama vatanı yoktur. Velhasıl nefret edilen bir rakiptir.”[8]

1900’lü yıllara doğru Yahudi düşmanlığı o kadar büyümüştü ki, Siyasi Siyonizmin önderi –ve kendisi de bir Aşkenaz olan- Theodor Herzl, Papa’ya “Yahudileri Hıristiyan Yapma” teklifinde bulunmuştu. Herzl, anılarının Yahudi Düşmanlığına Bir Çare başlığı altında şunları ifade ediyordu:

Yahudi düşmanlığı gittikçe büyüyen ve gelişen bir ortama girmiştir… İki yıl evvel, Yahudi meselesini halletmeyi arzulamıştım. Hiç olmazsa, Avusturya Katolik Kilisesi’nin yardımını da umuyordum. Hatta Papa’nın huzuruna çıkmak istedim. (Avusturya’nın papaz sınıfının desteğini almak ilk hedefim değildi). Ve Ona dedim ki; “Eğer Yahudi aleyhtarı hareketlerde bize yardım ederseniz, Yahudilerin Hristiyanlığa girme hareketlerini hür ve şerefli şekilde ben yürütmek isterim”. Bu hareketin liderleri – ben de dâhil – Yahudi olarak kalmalıdır. Diğer Yahudileri, kendi yollarına sevk edecek kapasitede olmalıdır. Parlak gün ışığında, saat:12’de St Stephen Katedrali’nde, çan sesleri altında bu din değişikliğini yapmalıyız. Üzüntüye, utanmaya hiç lüzum yok. Onurlu ve ağır başlı olalım. Çünkü arkalarında Yahudi liderler var… Babalarımızın dini inancı içinde kalabiliriz. Biz hürriyet kararına varmadan önce, çocuklarımızı Hristiyan yapmalıyız. Bu dönmelikten sonra, tekrar dönüşleri kolay olacaktır. Bana göre en güzel plan budur. Viyana Piskoposu ile şahsen münakaşa ettim. Hristiyan olmadığım için esef eden papaza dahi, artık dünyada yeni bir ırkın doğduğu sloganını verdim.”[9]

Ancak hiçbir gayret, Avrupalıların bu düşmanlığını önleyemedi ve sonuç getirmedi. Yahudiler, üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler. Getto’lara hapsedildiler. Parmakla gösterilen Ucubeler haline getirildiler. Onlar için tek çare, Avrupa’dan başka bir ülkeye ve en doğrusu kendi anavatanlarına göç etmekti. Avrupalı Yahudi önderlerden Haham Yahuda Hai Alkalai şunları söylüyordu:

Kutsal ülkeye gitmek o kadar imkânsız bir iş değildir. Sultan bize karşı değildir. Türk Sultanı iyi biliyor ki, Museviler onun sadık tebalarıdır. Musevilerin dinlerinin başka olması bir mani değildir. Her millet kendi Tanrı’sına tapıyor. Rabbe. Bir kumpanya organize edilmesi gerekiyor. Sultan’a yalvaralım ve yıllık gelir -kira- da verelim, bizi memleketimize göndersin. Yahudi adı bu ülkede yaşasın.

Nitekim Herzl, İstanbul ve Filistin’de Alman Kralı ile ve ardından İstanbul’da Türk Sultanı II. Abdülhamid ile görüştü ve Filistin’de toprak satın almayı denedi. Abdülhamid, Filistin yerine Urfa’yı önerdi. Avrupalı Yahudilerden umutlarını kesenler Uganda’da topraklar aldılar ve oraya yerleşmeyi düşündüler. Ancak İngiltere, büyük Yahudi Bankerler kanalıyla, Yahudileri “Kutsal Topraklara” dönme fikrinde birleştirdi. Çünkü dünyanın yeni enerji kaynağı Petrol bulunmuş ve en büyük rezervlerin de Osmanlı topraklarında ve Musul’da olduğu anlaşılmıştı. Filistin’e dönüş fikrinin en büyük destekçisi geleceğin Petrol İmparatoru Rothshild ailesiydi. Evlerini Almanya Frankfurt’a taşıyan aile 1883’te “Kafkasya ve Karadeniz Petrol Endüstrisi ve Ticareti Şirketi”ni kurmuşlardı. Musul petrollerinden önce 1911’de Azeri petrollerini ele geçiren, dönemin en büyük petrol şirketi Royal Ducth Shell yine Rothshild ailesine aitti.

Lord Rothshild’in gayretleri sonucunda İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, “Balfour Deklarasyonu” olarak bilinen şu mektubu gönderdi:

               “Saygıdeğer Lord Rothshild;

                Majesteleri Hükümetinin, arz edilmiş bulunan Yahudi Siyonizmi’nin gayelerine iştirak ettiğini bildiren ve Kabine tarafından da kabul edilen aşağıdaki deklarasyonu sunmaktan dolayı büyük memnunluk içindeyim:

               Majesteleri Hükümetinin görüşü, Yahudi halkı için Filistin’de milli bir vatan tesis edilmesi, Filistin’de yaşayan toplumların medeni ve dini haklarına zarar vermeden gayesini gerçekleştirecek Yahudi toplumuna yardım edilmesi, diğer ülkelerdeki Yahudiler tarafından siyasi bir statüye kavuşturulması yönündedir. Şayet bu deklarasyondan Siyonist Federasyon’u haberdar ederseniz, memnunluk duyarım. 2 Kasım 1917

Nitekim aynı yıl içinde Allenby komutasındaki İngiliz ordusu Kudüs’ü işgal etti. Avrupa’daki Yahudiler, Filistin’de evler, çiftlikler almak suretiyle küçük gruplar halinde Filistin’e yerleşmeye başladılar. Bu arada yine Rothshild ailesinin desteklediği petrol şirketleri 1914’te Musul petrollerinin de işletme haklarını elde ettiler. İngilizlerin Irak petrollerini Akdeniz’e karadan taşıma planı çerçevesinde 1935 yılında Kerkük ile Hayfa limanı (İsrail) arasında ilk önemli petrol boru hattı inşa edildi.

I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Almanya da yenilmişti. Ortadoğu ve İran hayalleri suya düşen Almanya, Avrupa’yı ele geçirme kararı aldı ve II. Dünya Savaşı yaşandı. Almanlar zaten yüzyıllardır nefret ettikleri ve İngilizlerle anlaşarak kendilerine ihanet ettiklerini düşündükleri Yahudileri unutmadılar. Hitler’in ülkeyi terketmeleri için süre verdiği Yahudilerden sadece 400 bin kadar Sami kökenli Yahudi Almanya’dan ayrılabildi. Nazi Yönetimi, Dünya tarihinin en büyük soykırımını gerçekleştirdiler ve Hazar kökenli Aşkenazlardan oluşan yaklaşık 5 milyon Yahudiyi katlettiler. (Katliamlarla ilgili belgesel fotoğrafları NoWar sayfamızda bulabilirsiniz.) Katliam sırasında 500 bin civarında da çingene öldürülmüştü.

Savaştan sonra, Aşkenaz katliamlarını gerçekleştiren Alman subayları dünyanın değişik ülkelerine kaçmışlardı. Bunlardan Mısır’a yerleşenler, Yahudi düşmanlığının bütün İslam dünyasına yayılmasına ve kökleşmesine öncülük ettiler. Hepsi değişik isimler alarak İslam kimliğine bürünen Alman Subayları, Mısır Hükümeti ile yakın ilişkiler kurarak bir lobi oluşturdular. Nitekim bu lobinin gayretleri ile Albay Enver Sedat, Hitler’i öven bir mektup yayınlamıştı. Alman Subaylar 1955 yılında Kahire’de “Siyonizm Çalışma Enstitüsü”nü kurdular. Merkezin başında Muhammed Salih ismini alan Alfred Zingler ile Gobels’in propaganda servisinde çalışmış Yahudi uzmanı Dr. Johannes von Leers (Ömer Amin) vardı. Başlıca yardımcıları Dr. Werner Witschale ve Hitler’in Kavgam kitabını Arapça’ya çeviren Hans Appler (Salih Sefer) idi. 1957 yılında Mısır’da yaklaşık 2 bin kadar kaçkın Nazi subayı bulunuyordu. Gestapo’nun Yahudi Bölümü Şefi Erich Altern, Ali Bella takma adıyla Filistin kamplarının kuruluşunda ve Filistinli militanların eğitiminde çok önemli bir rol oynamıştı. Nitekim, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün felsefesinde ve teşkilat yapısında Nazi teorilerinin belirgin izleri vardır.

Alman Askeri İstihbarat Başkanı Gehlen, II. Dünya Savaşı sonrası yeni dünyanın oluşmasına etki eden en önemli şahsiyetlerden biriydi. Gehlen, Hitler yönetimindeki Almanya’nın yenileceğini ve Rusların bütün Avrupa’da egemen olabileceğini gördüğü zaman 1944 yılında Amerikalılara teslim olmuştu. Alplere sakladığı Ruslar aleyhindeki belgelerin önemi sonradan anlaşıldı ve Gehlen, ABD’nin OSS olarak bilinen Askeri İstihbarat Teşkilatı’nı yeniden yapılandırdı ve CIA’yı kurdu. Gehlen bir yandan Amerikan İstihbaratı ve Türkiye gibi NATO ülkelerinin istihbarat teşkilatlarını yeniden yapılandırırken, bir yandan da İslam dünyasına yayılan Nazi subaylarının (ODESSA Örgütü) deşifre edilmesini de önlemişti. Arap ülkelerinde özellikle Suriye ve Irak Muhaberat örgütlerinin kuruluşunda, Baas Partisi’nin örgütlenmesinde, Nazi Almanyası bilim adamlarının Türkiye ve Pakistan gibi ülkelerde çeşitli şekillerde istihdam edilmesinde, silah sanayilerinin geliştirilmesinde Gehlen örgütünün önemli bir rolü oldu. Burada konumuz olmamakla birlikte belirtelim ki, Argentina, Chile, Nicaragua and El Salvador gibi Güney Amerika ülkelerine de yayılan Nazi subayları da buralardaki ABD karşıtlığının temellerini atmışlardı.

Nazi subaylarının, bütün İslam dünyasını etkileyen belki de en önemli çalışmaları Müslüman Kardeşler Teşkilatı üzerinde oldu. Müslüman Kardeşler, kurucusu Hasan El Benna döneminde son derece ılımlı bir çizgiye sahipti. Hem Benna’nın 1949 yılında, Mısır İstihbaratı tarafından öldürülmesinde, hem de İhvanı Müslimin’in radikalleştirilmesinde Nazi dönmelerinin büyük payı vardı. 1952 yılında İngilizlere karşı yürütülen halk hareketlerine Müslüman Kardeşler öncülük etti. Nasır’ın işbaşına gelmesiyle birlikte Nazi kökenli subaylar Hükümet ve Ordu içerisinde önemli danışmanlıklar üstlendiler.

Hem CIA içerisindeki Gehlen Ekolü, hem de İslam dünyasındaki Nazi dönmeleri (ODESSA), “hem OrtaDoğu’da hem de Sovyetler Birliği ve Asya’da İslamcı gruplarla yakın ilişkiler kurulmasının önemli olduğuna” inanıyorlardı. Bu yüzden, Alman subayları İslamcı hareketlerin ideolojilerinin geliştirilmesine de büyük katkıda bulundular.

Mısır’da ölümüne yakın deşifre olan Dr Aribert Ferdinand Heim, Nazi anlayışına paralel bir Radikal İslam düşüncesinin gelişmesi için büyük çaba sarfetmişti. Bu amaçla Arapça öğrenmiş Kuran eğitimi almış ve Eğitimli bir Müslüman olarak önemli bir yer edinmişti.[10] Heim, ölümüne yakın yazdığı bir mektupta Aşkenaz Yahudilerini öldürdüklerini itiraf etmişti.

Gehlen’in, CIA’da görev yaptığı dönemdeki en önemli çalışmalarından birisi 1949-1951 yılları arasında ABD’de eğitim gören Seyyid Kutup oldu. Kutup, Mısır’a döndükten sonra yayınladığı kitaplarla sadece İhvanı Müslimin hareketinin değil, bütün İslam dünyasındaki İslamcı hareketlerin radikalleşmesine öncülük etti.

Almanlar, Radikal İslamcı hareketler ile bağlarını hiç koparmadılar. ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi sürerken, Almanlar da İslamcı Hareketler içerisinde bir Alman Ekolü oluşturdular. Türkiye’deki Milli Görüş Hareketi, Tunus, Cezayir ve Mısır’daki benzer gruplar Alman ekolünü takip ettiler. Nitekim 1989’da iki Almanya’nın birleşmesini takiben bu ekolün yeniden canlandırılmasına hız verildi. Almanlar, Sünni İslamcı Hareketler yanında İran ve Şiilerle de ilişkilerini geliştirdiler. İran’da Rafsancani Ekibi Alman ekolünün temsilcisiydi. Humeyni’den sonra İran İstihbaratı’nın yeniden yapılandırılması yine Alman uzmanlara nasip oldu. Alman Hükümeti ile İran Hükümeti arasında en üst düzeyde güvenlik ve istihbarat anlaşmaları gerçekleştirildi.[11] Alman BND Teşkilatı, Lübnan Hizbullah’ı ile en iyi anlaşan batılı istihbarat örgütüydü. Almanya, bir yandan Irak’ın Kimyasal Silah kapasitesini geliştirirken, diğer yandan da İran’ın sanayileşmesine önemli katkılarda bulunmuş, Siemens tarafından ilk nükleer santralin kurulumuna başlanmıştı.

Son birkaç örnek daha vermek gerekirse, 11 Eylül 2001 saldırılarını gerçekleştiren İslamcı grup ODESSA ekolü tarafından yetiştirilmişlerdi. Grubun lideri Mısırlı Muhammed Atta bir süre de Almanya’da eğitim görmüştü. Yine ODESSA ekolünün gayretleriyle, Hitler’in Kavgam isimli kitabı bütün İslam dünyasında çeviri ve baskı rekorları kırmıştı. Türkiye’deki baskılarda, Hitler’in Türklerin aleyhindeki sözlerinin sansürlenmesi ilgi çekiciydi.

1948’de İsrail Devleti kurulunca, 1935 yılında kurulan Kerkük – Hayfa (İsrail) petrol boru hattı kapanmıştı. Bunun üzerine 1952 yılında Kerkük-Sayda (Lübnan) ve Kerkük-Tartus (Suriye) petrol boru hatları döşendi, ancak soğuk savaş sebebiyle bunlardan da istenen yarar sağlanamadı.

Bütün bunları neden hatırlattık? Müslüman Yahudi düşmanlığının temelinde İngiltere’nin bölgesel menfaatleri ile Almanya’nın tarihsel çıkarları büyük rol oynuyor. ABD ve İsrail ise bu bitmeyecek savaşı sürdürerek, hızla çöküşe doğru ilerliyorlar.

Netanyahu Hükümeti, OrtaDoğu’da Kürdistan oluşumuna büyük destek veriyor ve Türkiye’nin de parçalanmasına yol açacak gizli ilişkiler geliştiriyor. Avrupa’da Aşkenaz kökenli birçok politikacı Kürdistan fikrini desteklerken, “Kürtlerin yıllarca Türkler ve Araplar tarafından baskı altında tutulduğu” düşüncesini yayıyor. Rosthshild Grubu, geçtiğimiz ay (Haziran 2014) Kürt Petrol Şirketini satın alacağını duyurdu. ABD Yönetiminin 2003 Irak işgalinden önce duyurduğu, Kerkük – İsrail Boru Hattı Projesi yine gündemde. CIA & MI6 kontrolünde gelişen Selefi Irak Planı da olgunlaşıyor. Ancak, aynen Vietnam, İran, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi bu stratejiler de fiyaskoyla sonuçlanacak.

İsrail’in Yeni OrtaDoğu oluşumuna öncülük etmesi ve Türkiye’yi de etkileyecek planlara ortak olması, Türklere karşı yapılmış büyük bir ihanet olacaktır. İsrail’de ve Diaspora’da bulunan Aşkenazlar, bu politikalara şiddetle karşı çıkmalıdır. Filistin Yönetimi ve Hamas, kendileri kadar İsraillilerin de bu bölgede yaşama hakları bulunduğunu kabul etmeli ve Kudüs üç büyük dinin bir barış kenti haline getirilmelidir.

Aksi halde, OrtaDoğu’daki istikrarsızlık gelecekte Nükleer silahların da kullanılacağı büyük bir savaşa zemin hazırlayabilir. Ülkeler bölünür ancak bölgeye hiçbir zaman gerçek bir barış gelmez.

İnsanlık tarihi, yüzyıllarca süren Din savaşlarından hiçbir şey kazanmadı. Uluslararası egemenlik için Yahudi – Müslüman Düşmanlığı da hiç kimseye yarar getirmeyecektir. Sadece kendisine yaşama hakkı tanıyan bir Din ve İdeoloji, cehalet ve radikalizmdir.

[1] Judaics and Türkic People, Eran Israeli-Elhaik, http://arxiv.org/abs/1208.1092.

[2] Hazar İmparatorluğu, J. Piatigorsky & J. Sapir, Çev: H. Güreli, Ekim – 2007, s. 13.

[3] Y Chromosome Bears Witness to Story of the Jewish Diaspora, By NICHOLAS WADE, The New York Times, Published: May 9, 2000; Contrasting patterns of Y chromosome variation in Ashkenazi Jewish and host non-Jewish European populations, https://www.familytreedna.com/pdf/Behar_contrasting.pdf, Published online: 22 January 2004

[4] Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt 1, Aşkenazim Maddesi, Y. Besalel, Gözlem Yayınevi, Mayıs – 2001, s. 83.

[5] Hazarlar Bir Yahudi Türk İmparatorluğu, Albert Mizrahi, http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=76818.

[6] Koşay, H. Zübeyir, Belleten Ocak 1972, sf. 75,77.

[7] Genetik Irkçı Haddini Aştı, Hürriyet Gazetesi, Hamburg, 30 Ağustos 2010.

[8] Siyasi Siyonizm Tarihi, Dr Abdullah Manaz, IQ Yayınevi, İstanbul – 2005, s. 32.

[9] Siyasi Siyonizm Tarihi, Dr Abdullah Manaz, IQ Yayınevi, İstanbul – 2005, s. 109.

[10] Egyptian Islamo-Nazism and “Omar Amin” Von Leers, by ANDREW G. BOSTOM May 31, 2011, Read more: Family Security Matters http://www.familysecuritymatters.org/publications/detail/egyptian-islamo-nazism-and-omar-amin-von-leers#ixzz37HBMgxUS, Under Creative Commons License: Attribution

[11] Dünyada ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, Dr Abdullah Manaz, I. Cilt, IQ Yayınevi, İstanbul – 2008, s. 167.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director