Kökten İnkarcılık ve İnatçılık!

Öncelikle söylemek gerekirse hiç birimiz mükemmel değiliz. Çoğumuz, ilerleyen yaşlarımıza rağmen nefsimizi eğitemedik, bazı ahlaki yanlışlarımızı hala düzeltemedik. Buna rağmen, hepimiz kendimizi mükemmel zannediyor, kendimize suç kondurmuyor, her olumsuzluğu karşımızdakine yüklüyoruz. Yine çoğumuz kızarak, nefret ederek, kin ve nefretle yaşıyoruz. Gençler bazı zamanlar daha olgunca, hoşgörüyle ve bazen de espriyle karşılıyor olayları.
Kızgınlık ve Nefretimiz, bizi kökten inkârcılık ve inatçılığa da sürüklüyor. Bizden olanı yanlışlarıyla sahipleniyor, karşımızda olanı doğrularıyla kökten inkâr ediyoruz. Bireysel inatçılık aynen toplumsal zemine de kayıyor ve bu kez de büyük gruplar ve taraflar aynı inkârcılık ve inatçılığı sürdürüyor.
Hâlbuki Dindar olmayanlar için Demokrasinin temelinde Adalet ve Ahlak vardır. Dindar olanlar içinse Allah: “Bir gruba olan düşmanlığınız, sizi Adaletsizliğe sürüklemesin” diye emrediyor. İster inanalım ister inanmayalım ama İnsan olarak Ahlak, Doğruluk, Adalet, İyilik hepimiz için geçerli. Bu yüzden önce bireysel sonra da toplumsal olarak duygusal inatçılık ve inkârcılıktan uzak kalmak durumundayız.
Bu hassas günlerde, hala gerçek bir Darbe yapıldığına inanmayan inkârcılık ve inatçılık örnekleri yaşıyoruz. Öncelikle bir şekilde Cemaatin etki alanında kalmış Dindar insanlarımız var. Hala gruplarına büyük bir inançla bağlılık gösteriyor, yanlışları savunmaya, doğruları inkâr etmeye devam ediyor. Unutmayalım ki, Kuran’da söz edilen “Gözleri Kör, Kulakları Sağır Olanlar” tanımı hepimiz için geçerli. İnanmayanlar için gökten Ayı da indirip, elinizde tutsanız, buna da “Sihir” derler.
Bu bir Darbe, bir Sihir veya Senaryo değil. Ölenlerin hepsi bizim çocuklarımız. 12 Eylül öncesinde olduğu gibi ideolojik köktencilik ile gözünü kırpmadan kardeşine, askerdaşına kurşun sıkan da bizim içimizden. Hepimizin bu inatçılık, inkârcılık sarmalından kurtulması ve önce sükûnete kavuşması gerek. İnsanlara tapınmak yanlıştır, herkes hata yapabilir, yanlışı göre göre birinin ardından gidilmez. Yanlıştan dönmek bir fazilettir, “Tevbe” bunun için bir temel kuraldır.
Buluşmamız gereken nokta, onun bunun tarafı olmak değil, Adalet, Sükunet, Güzellik, İyilik ve Barış’tır.
Peygamberimiz Mekke’nin fethinde, Mustafa Kemal Atatürk Milli Mücadele’de birlik ve beraberlik konusunda bizim için çok güzel örnekler vermiştir.
Emperyalist güçlerle bilfiil işbirliği yapanlar, kin ve nefretle Devlet ve Millet’e kurşun sıkanlar affedilmez. Bunun dışında aldatılanlar, hata yapanlar ve pişmanlık duyanlar için Adalet’le davranmak toplumsal huzuru yaygınlaştırır.
Böyle zamanlarda, psikolojik mücadele silahlı mücadele kadar önemlidir. Medya yoluyla inkârcılık ve inatçılığını sürdüren, kin ve nefret dolu yazılarla toplumun moral ve güvenine saldıranlar, kurşun sıkanlar kadar tehlikelidir. Bunun dışında bir de viskilerini yudumlayarak koltuklarında ellerini ovuşturup sadece kendi çıkarları için ahkâm kesenler için söylenecek söz bile yoktur. Aynen Milli Mücadele’de binlerce şehide rağmen sadece kendi çıkarlarını ve ticaretini düşünüp zenginleşenler ile Padişahın fetvasına uyup Milli Mücadeleye kurşun sıkanların birbirinden farkı olmadığı gibi.
Tek kuralımız bireysel ve toplumsal olarak Kin, Nefret, Kaos, Neye inanırsa inansın Düşmanlık ve Çatışmadan uzak durmaktır. Etnik ve Dinsel olarak saldırganlık söylem ve provokasyonlarına karşı dikkatli olmalıyız.
Türk Devleti, aynen PKK Teröründe olduğu gibi Adalet ve Sükunetle, adım adım bu Terörü de bitirecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Bu Devletin temelleri kimsenin tahmin edemeyeceği kadar Derin’dir.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director