İBADET Mİ REZALET Mİ?

Biraz ağır bir ifade ama başka türlü de meseleye dikkat çekmek imkansız hale geldi.
Bugün hergünkü yürüyüşe çıktığımda, 5-10 metre mesafedeki bütün çöp konteynerlerinden, birçoğu taşıp kenarına bırakılmış siyah torbalardan ve yol kenarlarına öylesine atılmış Kurban Artıkları ve çöplerinden çevreye dayanılmaz bir koku yayılıyordu. Sokak kedileri ve saldırgan köpekler ile bir hevesle alıp sonradan adam gibi bakamadığımız ve sorumluluğunu taşıyamadığımız için sokağa saldığımız o güzelim süs köpeklerinin dağıttığı, oraya buraya taşıdığı kurban artıklarını söylemek bile gereksiz.

Kendimize bir sormalıyız? Bu ibadet mi?

Önce şunu iyice bilelim ki “İbadet Allah için Yapılmaz!” Kuran’daki ifadesiyle; “Kesilen hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz!” İbadetler, sözlü kültür döneminin birer eğitim yöntemidir. İbadet insanın kendisi içindir. Kendi eğitimi içindir. Okuma Yazma Kültürü olmayan toplumlara ezber yöntemiyle öğütlenen ve anlayarak tekrar ettikleri prensiplerin gönüllere yerleştirilmesi yöntemidir.

İbadetlerin belirlendiği dönemin şartlarını iyi görmek gerekir. Kasap, Mezbaha, Modern Kesim Yöntemlerinin olmadığı, insanların sahip oldukları hayvanlardan birini kendi imkanlarıyla kesip, beslendikleri bir dönemden bahsediyoruz. Sadece yeterli birikimi veya hayvanı olanların kestiği ve bunu ihtiyaç sahipleriyle paylaştığı bir zamandan söz ediyoruz. Farz olmayan Kurban, sadece konu komşudan geri kalmamak için borçlanarak yapılan bir ibadet değildir. Sadece et yemek için yapılan bir ibadet de değildir. Günümüzde temiz bir kasaptan veya marketten ihtiyacı kadar eti alıp yemek herkesin imkanı içindedir. Kurbanı kestikten sonra bir miktarını sembolik olarak eşe dosta dağıtıp, kalanını derin donduruculara atıp aylar içinde tüketmek sadece kendi nefsimizi kandırmaktır.

İslamın doğuş yıllarında belirlenen bütün ibadetler o günkü toplumun geleneklerine, gördüklerine, alışkanlıklarına, bildiklerine ve hayat tarzına göre belirlenmiştir. İlk Müslümanlar, Güneşin doğuşundan önceki aydınlıkta kalkardı. Öğleyin güneş tepeye çıkınca, yanı sıcaklık had safhaya ulaşınca eve gelir uykuya dalardı. Güneşin yakıcı etkisinin kaybolduğu İkindi vaktinde uyanırdı. Akşam güneş batınca evine gelirdi ve (adı üstünde) Yatsı denilen zifiri karanlık vakti ile birlikte uyurdu. Namaz dediğimiz Dua Vakitleri buna göre belirlendi. Namazın şekli de yeniden icat edilmedi. Araplar zaten totemlerin karşısında “İki eli ile selam verir, ayakta durur yani Kıyam yapar, eğilir yani rüku eder ve secdeye kapanırdı”. Kuran, Duayı kendine bile faydası olmayan putlardan, Yaratıcı Allah’a yönlendirdi. Ufak tefek farklılıklarla bütün İslam mezhepleri, yani uygulama ekolleri Kabe’de bilinen bu ibadet şeklini devam ettirdi. Gündüzleri, inkarcılar inananlarla alay ettiği için duaları içlerinden okurdu, bu yüzden Müslümanlar gündüz dualarını içlerinden okudular. Arapça’da “Salat” yani Dua olarak bilinen bu ibadet, Türklere Hindçe Namaste’den Farsça’nın da etkisiyle Namaz olarak geçti. Ve yüzlerce yıldır en ufak değişiklik olmadan sürüp gidiyor. Bu arada, insanlık Sözlü Kültür’den Yazılı Kültür’e, sonra Sayısal Kültür’e geçti, okumayı, yazmayı, kitap basmayı, kaydetmeyi, kayıttan dinlemeyi, videodan seyretmeyi öğrendi. Ama Müslümanlar, Namaz denilen Dua’nın anlamadan, manasını bilmeden yapılan bir tören olduğunu bir türlü öğrenemedi. Aynen Kurban’ı ve bunu ilkel haliyle devam ettirmenin bir İbadet olmadığını öğrenemediği gibi.

Milyonlarca Galaksi, Milyarlarca Gezegenin Yaratıcısı, İnsana Akıl Verdikten Sonra, Her Çağda Her Topluma Peygamber Kitap Göndermez! Allah’ın Yeryüzündeki Temsilcisi İnsan, İnsandaki Temsilcisi Akıldır. Bunu bir anlayalım artık!..

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director