Canımız Çok Yandı ve Hala Yanıyor!

Bir hayata sığan bazı Unutulmayacak Siyasal Tecrübeler vardır ki, bir Ömür ile birlikte Ülkenin de halini özetler. İşte geçtiğimiz 40 yıldaki bazı büyük siyasal tecrübeler:

  • Avrasya’nın en önemli karasal geçiş alanı olan Türkiye’nin Gençleri olarak NATO ile VARŞOVA arasındaki savaşın tam merkezinde yaşadık. 1970’li yıllarda Sağ – Sol, Ülkücü – Devrimci olarak birbirimize ölümüne düşman olup mücadele ederken, Batı ülkeleri sanayileşmesini ve gelişmesini zirveye taşıdı. Bizlerse okullarımızı bile zar zor bitirdik.

  • 12 Eylül İhtilali önce bu Ülkücü – Devrimci gençleri cezalandırdı, Mamak hapishanenelerini doldurdu, fidan gibi gençleri idama mahkum etti. Gençlerin okulları, meslekleri, gelecekleri söndü.

  • Sıkıyönetimin, her ilden giren çıkanları denetleyen Askeri Kontrol Noktaları, Fatiha’yı bile düzgün okuyamayan Suriyeli bir Arap şeyhinin yerleştiği Menzil köyüne gidenleri taşıyan yüzlerce otobüsü görmedi. Bunların neredeyse yarısı, daha önce Komünizme karşı isyan ettirilen Ülkücülerdi. Türk Milliyetçileri Tarikat ve İslamcılık ile tanıştı.

  • Türkiye’nin Milli Güvenliği konusunda yetkili kılınan bazıları Kürtçülük hareketlerine karşı GüneyDoğu Anadolu’ya havadan “Kürt Şeyhi Said’in Risalelerini” atmayı teklif ettiler. Kürtçülük hareketinin büyümesi de bu dönemde başladı.

  • Ülkücü ve Devrimciler, sokakta, kahvede, askerde bir araya geldiklerinde aslında her iki tarafın da “Emperyalizme karşı savaştığını zannettiğini” gördüler. Kimileri dost oldu, kimileri yaşadıklarına kahrettiler.

  • 1980’li yıllarla birlikte 1979 İran İslam Devrimi ve Siyasal İslamcı ideologlara ait kitapların çevirileri bir anda ortalığı kapladı. İstanbul, Ankara, Diyarbakır gibi birçok kentlerde özel kitabevleri kuruldu. Sünni – Caferi İslamcılar, Siyasal İslamı keşfettiler ve Müslümanların kurtuluşu için ortak hedefler çizmeye başladılar. Türk Hizbullahı da bu dönemde filizlenmeye başladı.

  • Sadece üniversiteler değil Askeri okullardaki gençler de İslamcılığı keşfettiler. 12 Eylül’den 1 hafta önce gaiplere karışan, 1986 sonrasında Devletin en üst makamlarınca korunarak yeniden ortaya çıkan Fetö, Ilımlı İslam’ın temsilcisi olarak devletin gözdesi oldu. Fetö’nün yurt dışı okulları, Devletin sivil istihbarat kurumları için konaklama mekanları haline gelirken; Medreseli Fetö, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Siyasi Parti liderleri için Saygıdeğer (!) Kanaat Önderi oluverdi. Hatta Ecevit tarafından bile Diyanet İşleri Başkanlığı için namzet görülmeye başlandı.

  • Bir yanda Milli Görüş diğer yanda Fetö, siyasal, sosyal ve kültürel olarak her sahada örgütlendiler. Binlerce Dersane, Sivil Toplum Kuruluşu, Finans ve Meslek Örgütü ile benzerleri Türkiye’nin her yanına yayıldı.

  • Türk Milleti adeta yeniden İslamı keşfederken, Dinin bir İnanç ve Ahlak Sistemi olduğunu unutanlar İslamın Siyasi, Hukuki ve Ekonomik düzenini kurma planları yapmaya başladı. Faizden kaçanlar Türk lirası yerine Altın ve Dövizi çok sevdiler. İmam Nikahı, gayrı meşru beraberliklerin simgesi oldu.

  • Allah ile korkutan Tarikatlar, Peygamberlerden daha kerametli Şeyhler imparatorluklar kurdular. Siyasal ve Dinsel Kölelik ve Hizmet Düzeni, insanları Kör, Sağır ve Dilsiz hale getirdi. Balık kafesine girenler bir daha çıkamaz oldular.

  • 1990’lı yıllarda hızlanan Büyük Ortadoğu planı ile Eşref Bitlis, Cem Ersever, Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Gaffar Okkan gibi saymakla bitmeyecek Vatansever, Siyaset ve Güvenlik sahasından silindi. Ne hikmetse bir tek Şeyhin ayağına taş değmedi.

  • Birçok Atatürkçü, Milliyetçi, Sosyal Demokrat, Nurcu, Milli Görüşçü bilim adamı, akademisyen, siyasetçi Fetö’nün organize ettiği Bolu Toplantıları’nın baş konuğu olup Ülke yönetimine talip oldular. Haftada, 15 günde bir yemekli toplantılarda bir araya gelen Atatürkçüler ülkeye sahip çıktıklarını zannettiler.

  • Toplum tabanı zaten hazırdı ve sadece Türkiye’de değil Fas, Tunus, Mısır gibi ülkelerde de -aynı simgeler ve sloganlarla- peşpeşe İslamcı Hükumetler, El-Adale ve’t Tenmiye partileri iktidara geldi. Soros’un finans kaynakları bir anda Ortadoğu ülkelerindeki ekonomiyi canlandırdı ancak çok geçmeden Büyük Ortadoğu planı Arap Baharı denilen fırtınalı bir kış mevsimine dönüştü.

  • Günümüzde Türkiye, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak, Libya, Tunus gibi daha birçok ülke siyasi, sosyal ve ekonomik çöküş içerisinde. İran Hizbullah’ı Irak, Suriye, Lübnan ve ne yazık ki Türkiye’de bile güç kazandı. İslam dünyasında Afganistan, Yemen, Somali, Sudan derken siyasal ve sosyal parçalanma sürecine girmeyen ülke kalmadı.

  • Türkiye’yi yönetenler Oslo Süreci ile birlikte binlerce insanı öldüren Terör Örgütü ile masaya oturup, önce idama ardından ömürboyu hapse mahkum edilen Teröristbaşı ile Çözüm Süreci görüşmeleri yaptılar. Siyasal Kürtçülük ateşine benzin döküldü.

Bunlar canımızı acıtan ve asla unutulmayacak büyük siyasal tecrübeler.

Ve bugün geldiğimiz durum ortada. Bugünkü olanlara hiç şaşırmamak lazım. Bu tablo, Atatürkçü, Sosyal Demokrat, Sosyalist, Dindar, Muhafazakar, Türk Milliyetçisi herkesin zaman zaman yardımlaşarak birlikte inşa ettiği bir sonuç. Dış Güçler, içeride uygun ortam uygun toplum ve insan varsa güç kazanır. Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in vefat ettiği 1938’de gerilemeye başladı aslında. Akıl ve Bilim’i terkeden, Fikir ve Bilim adamına sahip çıkmayan, Düşüncesini özgürce ifade etmekten korkan bir toplum sonunda Cehalete teslim olur.

Hıristiyan, Yahudi, Müslüman bütün dinler Ahlaklı değil Radikal dindarlar yetiştiriyor artık. Ya Kilise’de mum yakarak, ya ağlama duvarında Tora okuyarak, ya da anlamadığı Arapça Kuran’ı defalarca hatmederek ve Şeyhinin verdiği zikirleri tesbih çekerek, Kuantum’dan habersiz hala Adem – Havva – Musa hikayeleri dinliyor.

Belki çok kişi doğru yaptığını, samimi olduğunu düşünüyor ancak sonuç bu.

İslam Dini, Siyasi, Hukuki ve Ekonomik bir Düzen değil bir İnanç ve Ahlak sistemidir.

Siyasi ve Ticari çıkarlar, önce nefislerimizi sonra İnanç ve Ahlak değerlerimizi tahrip etti. Yesevilerin, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşların yerini Kibir Abideleri aldı. Emanet makamlar, mülkler, ancak ölümle terkedilecek vazgeçilmez hırslara heba edildi. Kölelik ve Hizmet aşkıyla ömürlerini feda eden Gençler ihtiyarladı, yenileri ise kimi Deist veya Ateist oldu, kimi Suriyeli’nin savaşmak yerine Mülteci olması gibi Batı’ya iltica etti, kimi de yukarıdaki acıların hiçbirini yaşamadığı ve tanık olmadığı için Geveze Medya Yorumcusu oldu.

Söylenecek çok söz var.

Kısacası canımız çok yandı ve hala yanıyor.

Akıl, Bilim, Ahlak ve Adalet… Herşeyin temeli bunlar.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director