G20 Öncesi Ortadoğu’da İran Varlığı

Ortadoğu’da, Trump ve Kushner’in 50 Milyar dolarlık “Yüzyılın Anlaşması” planından daha önemli bir gündem var: İran’ın Suriye’deki varlığı. Bugün (25 Haziran 2029) Netanyahu, bu konuyu ABD ve Rusya Ulusal Güvenlik Danışmanları ile İsrail’de görüşüyor. Görüşmeye Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Nikolay Patruşev, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Meir Ben Şabat katılıyor. Amaç, 28-29 Haziran’da Osaka G20 zirvesinde yapılacak Trump – Putin Görüşmesinde alınacak kararlara zemin oluşturmak. Sadece ABD değil, Rusya da “İsrail’in Güvenliğini Önemsediğini” sık sık dile getiriyor ancak bunun ne derece gerçekçi olduğunu da sorgulamak gerek.

İran’ın Suriye’de veya Ortadoğu’daki varlığı yeni bir konu değil. 40 yıl önce İran İslam Devrimi ile başlayan bir hikaye aslında. 1000 kadar İran Özel Kuvvetleri askerinin Lübnan’a yerleşerek, buradaki Şii İmamiyye tabanı üzerinde Lübnan Hizbullah’ının militarize edilmesiyle başlayan bir hikaye. Lübnan Hizbullah’ın kuruluşu, Şii Emel ile yaşanan kısa süreli bir Suriye – İran çekişmesi dışında o günlerde pek de fazla önemsenmedi. Esasen İsrail ve ABD, Emel – Hizbullah çatışmasının Lübnan ve Suriye’yi uzun süre meşgul edeceğini düşünmüşlerdi fakat bu gerçekleşmedi. Bunu farkettikleri anda ise iş işten geçmiş, Fadlallah ve Nasrallah önderliğindeki Hizbullah, Lübnan’ın en temel güçlerinden biri haline gelmişti. Üstelik, Hıristiyan ve Dürziler de dahil olmak üzere bütün Lübnanlılar, Hizbullah’ın silahlı güçlerinin İsrail’e karşı önemli bir kalkan olduğunu kabul ettiler. Hizbullah parlamentoya girdi ve Hükümetin ve Siyasetin önemli bir unsuru haline geldi.

Suriye için de durum çok farklı değil aslında. İslam Devrimi’nin hemen ardından İran, Suriye’ye önemli bir ekonomik destek verdi. 12 İmam Mezhebi için kutsal sayılan Kızkardeş Zeynep ve Sakine Türbeleri, Şam’dan Halep’e birçok Şii Camileri, Kum’daki benzerlerini aratmayacak birer ilgi merkezi haline geldiler. Hafız Esssed’in ardından biraz tesadüf, biraz vasiyet, biraz da Cemil – Mahid Esad çatışmaları ve dengeleri sonunda Beşşar işbaşına geldi. Önce babasının kurmayları tarafından çembere alınan Beşşar, kısa süre sonra İranlı danışmanlarla da çevrildi. İran ve Afganistan’dan gelen Caferi Turistler ve ardından Muhacirler Golan’ın doğusu, Lazkiye ve Halep’in güneyi, Şam ve Deyrozor gibi büyük kentlerde büyük gettolar oluşturdular. Suriye yönetimi, İran’dan gelen siyasi ve ekonomik destekten fazlasıyla hoşnutlardı. Baas Milliyetçileri durumun farkındaydı ve zaman zaman Beşşar’ı uyarıyorlarda ancak İran etkisi onları çoktan gölgelemişti.

ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin ardından, İran’ın “Devrimi İhraç Hayalleri” birden gerçek oluverdi. ABD’nin başarısızlığı, İran’ı önce Irak’ta, ardından Suriye’de vazgeçilmez ve tartışılmaz bir güç haline getiriverdi. Lübnan Hizbullahı ile askeri olarak bir türlü başedemeyen İsrail için alarm vakti gelmişti. İran’ın Natanz’da Nükleer Füze Başlıkları çalışmalarına başlaması, kıyametin habercisi sayılırdı. İsrail’in merkezinde yer aldığı Büyük Ortadoğu ve Arap Baharı projelerindeki domino taşlarının son hedefi Suriye, Irak ve İran’daki Şii Varlığını alaşağı etmekti. Ancak bu da tam bir çözüm olamazdı çünkü İran’ın bölgedeki alternatifi Sünni Muhaliflerdi ve Siyonizmin bir başka azılı düşmanlarıydı. Tek çare Sünni – Şii çatışmasını yaymak, bölgeyi uzun bir istikrarsızlığa sürüklemek ve bölgedeki işbirlikçi Arap liderlerin yardımıyla İran etkisini zayıflatmaktı. ABD’nin ağır yaptırımları şimdilik İran’ı biraz geriletmiş görünse de, Nükleer Silaha ulaşma yolunu da kısaltmış oldu. Suriye ve Irak’ta iyice militarize olan İran güçleri, Tahran, Bağdat, Şam, Beyrut hattına iyice yerleşmişlerdi.

Şimdi ortalık tam bir kaos. Bu kaos ortamında Netanyahu önderliğindeki siyonistlerin en kolay ulaşabileceği önemli hedeflerden birisi işgallerini ilhaka dönüştürmek. Önce Kudüs, Şimdi Batı Şeria’nın % 70’i, eskiden olduğu gibi yine Arap işbirlikçiler ve Aramco dolarları ile tamamen satın alınacak.

Burada ister istemez akla gelen bir soru var: İran tehdidi işgal ve ilhak için iyi bir fırsat ve gerekçe mi oluşturdu? Bu doğru ancak, İran Devrimi de gözünü Kudüs’e dikmiş durumda ve Irak ve Suriye’deki askeri varlığının ismi de “Kudüs Güçleri”.

Tarih tekerrür ediyor, işgaller, hakimiyet savaşları, işbirlikçi Arap liderler, petro dolarlar, siyonizm ve Sünni – Şii provokasyonları. Türklerin yönetmediği Ortadoğu’nun kaderi ne yazık ki işte bu.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director