Türkler İstemedikçe İran Yıkılmaz!

İran’da 1 haftayı bulan gösteriler, hepimize Arap Baharı ile başlayan iç çatışma ve bölünmeleri hatırlattı. Yine Sosyal Medya üzerinden örgütlenen göstericiler ekonomik sorunları ön plana çıkarsalar da, asıl tepkinin siyasal olduğu biliniyordu. Böyle bir durumda, Türk toplumu olarak olaylara nasıl bakmalıyız?

Türk halkının çıkarları açısından baktığımız zaman tarihteki şu olayları unutmadık:

  • Rusların çekilmesini takiben Güney Azerbaycan’a giren Osmanlı Ordusu’nun 1918’de ayrılması üzerine 1920’de Türklerin kurduğu Tebriz merkezli Azadistan, Tahran yönetimi tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştı. 1925 Rıza Şah dönemiyle birlikte Tahran’da Fars milliyetçiliğine dayanan bir Sasani-Pehlevi felsefesi devlete tamamen hâkim oldu. Şah Yönetimi, Güney Azerbaycan’daki Türk varlığını asimile etmek için bütün gücünü kullandı. İngilizlere soğuk duran Şah Almanya’nın nüfuzunu güçlendirdi. Kuzey Azerbaycan’a yerleşen Ruslar ise, Güney Azerbaycan’daki Türk Milliyetçiliği hareketine destek vererek ileride iki Azerbaycan’ın da Rus hâkimiyetine girmesi yönünde politika geliştirdi. II. Dünya Savaşı’nda 1941’de Müttefiklerce (Rusya-İngiltere-ABD) işgal edilen İran’da, işgalcilerin çekilmesini takiben 1945 yılında yine Rusların desteğinde Güney Azerbaycan’da Türklerce kurulan Milli Azerbaycan Hükümeti de bir yıl sonra Tahran yönetimince ortadan kaldırıldı.
  • 1970li yılların ortasından itibaren Şah yönetimine karşı başlayan protestolar Tebrizli Türklerin desteği ve ŞeriatMedari gibi Türk kökenli Ayetullahların desteği ile 1979’da Şah’ın devrilmesine yol açtı. Son asırda İran’da yerleşen bir siyasi düşünce ortaya çıkmıştı: “Tebriz istemezse İran değişmez.”
  • 1979 İran İslam Devrimi’ni takiben, İran Molla Yönetimi tarafından Körfez Ülkeleri ve Lübnan ile birlikte Türkiye’de de Şii Siyasal İslamcı örgütler ve Hizbullah yapılanmaları ortaya çıktı. Hatta Sünni gruplar içerisinden pek çok radikal İran siyasetine âşık oldular.
  • Bölgedeki en büyük müttefikini kaybeden ABD, İran Şii İslamcılığına karşı Türkiye ve İslam dünyasındaki bütün Sünni grupları destekledi. Bu destek, bir yandan FETÖ Örgütü gibi ılımlı sanılan karşı grupların gelişmesine bir yandan da Afganistan’da savaşmak üzere İslam Devleti düşünceli grupların güçlenmesine yol açtı.
  • İran Molla Yönetimi, Reformcu Şia Düşüncesi yerine Fars Milliyetçiliği temeline dayalı Şii Siyasal İslam düşüncesini güçlendirdi. Bu yüzden, dini seviyesi daha yüksek olmasına rağmen ŞeriatMedari gibi Türk asıllı Ayetullahlar göz ardı edildi. Aynı şekilde Irak’taki –yine Türk kökenli- Ali Sistani’nin Dini Liderliği görmezden gelinip, Necef Ekolü yerine Kum Ekolü yaratıldı. Hatta Şii Siyasal İslamcılığın teorisyeni olmasına rağmen Arap kökenli olduğu için –Muktada Sadr’ın babası- Muhammed Bakır EsSadr bile gözlerden uzak tutuldu. Ordu’daki kilit görevler ile İstihbarat kurumlarına neredeyse tamamen Fars kökenli olanlar tayin edildi.
  • Tahran yönetimi Ermenistan politikası ve Karabağ işgali konusunda Rusya ile ortak bir siyaset geliştirip, Azerbaycan ve İran Türklerinin çıkarlarını hiçe saydı. Ermenistan ve Karabağ ile ticaretini geliştirdi, sınır kapısını genişletti, Ermenilere İran topraklarında geniş imkânlar tanıdı. Hâlbuki Şii İslam Dünyasının en büyük dini lideri Ayetullah Sistani, Karabağ işgaline açıkça karşıydı.
  • 1985 yılından sonra İran, PKK Terör Örgütü’nün Türkiye sınırı boyunca İran topraklarında Eğitim kampları kurmasına izin verdi. Bunun karşılığında da İran Kürdistan’ındaki PEJAK’ın eylemlerini kontrol altına aldı.
  • Günümüzde ise İran, Suriye’de Türkiye’nin bazı askeri operasyonlarına karşı çıkıyor ve Suriye topraklarında Türkmenlerin güç kazanmasını engellemeye çalışıyor.

Bütün bu olumsuzluklara karşılık Türk toplumu olarak şu olumlu hususları da unutmuyoruz:

  • Onuncu Yüzyıldan itibaren İran Moğol istilasına kadar Türklerce yönetildi. İran ile sınırımız yaklaşık 4 asır boyunca değişmedi. İran Şahları yaptıkları devrimlerde Atatürk’ü örnek alsalar da Türkiye’nin bölgesel liderliğine hep karşı çıktılar.
  • Humeyni 15 yıllık sürgün hayatının 1964-65 dönemini Türkiye’de geçirdi. Türkleri severdi. Sünni – Şia gerilimini azaltmak için çaba sarfetti. “Sünni Kardeşlerimiz” hitabıyla ve “Sünni-Şia düşmanlığından söz eden şeytandır” ifadesiyle bunu açıkça ortaya koydu.
  • Esasen Türklerin önemli bir bölümü, Emevi Araplardan ziyade Hz Peygamberin ailesine ve torunlarına taraf olarak Şia mezhebini tercih etmişler ve Anadolu Türkmenlerinin bir kısmı da Alevilik mezhebini meydana getirmişlerdir. Günümüzde Caferi mezhebine mensup çok sayıda Türk topluluğu mevcuttur. Örneğin Irak Türklerinin yarıdan fazlası Sistani’ye bağlı Şii mezhebindendir. Türk kökenli Müslümanlar arasında Sünni Şii ayrımı yoktur.
  • Şia mezhebinin Fıkıh önderi İmam Caferi Sadık ile Türklerin çoğunlukla mensup olduğu Hanefi mezhebinin önderi Ebu Hanife çağdaş ve arkadaştır. Hanefi fıkhı ile Caferi fıkhı büyük oranda benzerlik taşır. Ebu Hanife –aynı şekilde İmam Şafii de- Cemel ve Sıffin vakalarında Hz Ali’yi haklı görür.
  • İran’daki etnik grupların birçoğu Sünni olmasına rağmen Mezhep ayrılığı önemli bir çatışma ortamı yaratmamıştır. Günümüz İran Şiiliğinin merkezi olan Ayetullahlar Şehri Kum’da bir Hanefi olarak rahatça Cuma namazı kılmış ve Şiiler ile Sünnilerin aynı çatı altında Cuma namazı kıldıklarına bizzat şahit olmuştuk.
  • Mevcut İran Molla Yönetimi Fars milliyetçiliğine ağırlık verse de Fars kökenli İran halkı son derece medeni bir toplumdur. Kültür, Sanat, Edebiyat alanında ileri çalışmalara sahiptir. Ayrıca şunu açıkça söylemek gerekir ki, Sünni Müslümanlar arasında “İçtihat Kapısının Kapalı Olduğu” inancı yaygınken, Şii Müslümanlar için “İçtihat Kapısı Açıktır.”
  • Türk Halkı ile İran Halkı, etnik ve dinsel ayrılıkların ötesinde İslam dünyasında birbirlerine en yakın iki Medeni Toplumdur.

Bütün bu Olumsuz ve Olumlu görüşler çerçevesinde, İran’ın daha Demokratik bir toplum olması, Din ve Mezhep Devleti düşüncesinden Akılcı Hukuk Devleti düşüncesine geçmesi herkesin temennisidir. Bu temenni Radikaller dışında İran yönetimi içerisinde de sürekli bir tartışma konusudur.

Bizim Türk toplumu olarak, ABD ve İsrail istedi diye İran’daki siyasal kargaşaya taraf ve malzeme olmamız hiçbir zaman düşünülemez. Bununla birlikte, Devlet yönetiminden uzak tutulan İran Türklerinin siyasal çabalarını ve mücadelesini her zaman destekleriz. Anadolu Türklerinin, bizlerden çok daha idealist olduklarına inandığımız İran Türklerine rehberlik etmesi veya yol göstermesi de söz konusu olamaz. İran Türkleri, Radikalizm yerine Akılcılığı tercih edecekler ve bu kaos ortamında aşırılıktan kaçınacaklardır.

Bu dönemde asıl dikkatli olması gereken İran Yönetimidir. Protestocuların karşısına İslam Devrimi taraftarlarını çıkarmak, iç savaşa davetiye çıkarmaktır. Devlet ve Din önderlerine düşen görev, taraftarlarına sükûnet ve akılcılık çağrısı yapmaktır.

Biz Türkler bırakın bir başka mezhepten birinin, bir başka din veya etnik kökenden bir insanın bile zarar görmesine taraf olmayız. Türklerin hakim oldukları topraklarda ve şimdi Ortadoğu’da yürüttüğü Barış çabaları ve operasyonları bunun en önemli göstergesidir.

Son dönemde Daiş Terör Örgütü’nün çok kısa bir zamanda ortadan kaldırılması, komşu ülkelerin katkısından daha fazla Türkiye’nin önderliği sayesinde gerçekleşmiştir. Irak’ta Terörizme karşı birkaç aya sığdırılan başarılar da yine Türkiye’nin desteği sayesindedir.

Bizler Tarihte olduğu gibi bugün de Barış ve Huzur’dan yanayız. Şunu herkesin bilmesi gerekir: Türkler istemedikçe İran Yıkılmaz.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director