İŞİD’in Hıristiyan Siyasal Temelleri!

Türkiye olarak her başörtülüyü İslamcı olarak damgaladığımız günler geride kaldı. Bununla birlikte her Kürdü PKK’lı ve her sakallıyı İŞİD mensubu olarak görenlerimiz çoğaldı. Bu durum, bir bilgi ve temele dayanmayan basit Görsel düşmanlığın en önemli göstergesi.

İŞİD gibi İslami referansı olan bir örgütün Hıristiyan temelleri nasıl olur diye merak duyulabilir. Çok bilimsel tanımlamalara girmeden genel hatlarıyla konuyu açıklamaya çalışalım.

Irak Şam İslam Devleti Örgütü, 2014 yılı başlarından itibaren ortaya çıkan ve en önemli iddiası Hilafet Devleti olan bir örgüt. Genel anlamda Sünni Selefi geleneğin göstergelerini taşıyan örgüt, ne Türk ne de Dünya kamuoyu tarafından gerçek anlamıyla tanınmıyor. Hatta birçok kişi, Suriye’de çarpışan diğer Müslüman grupları da İŞİD sanıyor ve ardından İŞİD’in bu gruplara da saldırdığını duyunca kafası daha da karışıyor. Ve konunun belki de en cahilce yanı da, bir çok kişi Hükümete muhalefet yapacağım diye AKP ile İŞİD kavramlarını gülünç bir şekilde birbiriyle özdeşleştiriyor, birlik ve beraberliğe büyük zarar veriyor.

Bu konuda öncelikli bilmemiz gereken husus; İŞİD Terör Örgütü’nün Hilafet Devleti iddiasıdır. Örgüt, -bundan iki ay kadar önce- Türkçe olarak KONSTANTİNİYYE adıyla yayınladığı özel derginin kapağını “Konstantiniyye’nin FETHİ” olarak isimlendirmiştir. Bu kavramın kullanılması önemlidir. Bugüne kadar hiçbir İslamcı Örgüt, Fatih’in fethini takiben İstanbul’u Konstantiniyye olarak anmamıştır. Buna karşılık Osmanlı genelgelerinde İslambol ismi de çok kullanılmıştır. (Terör Örgütü’nün dergisini Amerika’nın Sesi’nin adeta büyük bir keyifle duyurmuş olması da ilginçtir!)

Konstantiniyye Hıristiyanlarca kullanılan bir terimdir. İŞİD Terör Örgütü, bu kavramı kullanmakla İstanbul’un ve Türkiye’nin İslamlığını reddetmekle kalmamış, asıl düşünce temelinde Türklerin Hilafeti kavramını inkar etmek istemiştir. Bilindiği gibi Hilafet yani İslam Dünyasının Dinsel Liderliği kavramı, Yavuz Sultan Selim’in 1517’te Mısır’ı fethi ve Hicaz Bölgesi’nin Osmanlı hakimiyetine girmesiyle birlikte Türklere geçmişti.

Tarihte Türklerin Hilafeti konusunda en fazla siyaset üreten İngiltere olmuştur. Hilafet kavramının özellikle Hindistan Müslümanları üzerindeki geniş etkisi İngilizleri hep rahatsız etmiş, Türklerin İslam Önderliği kavramını yıkmak ve İngiltere himayesinde bir İslam Hilafeti oluşturmak için sürekli stratejiler geliştirilmişti. İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya yöneldiği 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı hakimiyetindeki -bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan, Mısır, Yemen ve Körfez- topraklarda Arap Milliyetçiliği hareketlerine önemli destek verildi. Mısır ve Süveyş kanalı işgalini takiben Vehhabi Hanedanı vasıtasıyla Suud ve Hicaz bölgesinde egemenlik sağlayan İngiltere, her vesile ile Hilafetin Türkler yerine Araplarda olması yönünde fikirler üretti. Hilafetin Kureyş’ten olması gerektiği iddiaları da yine bu dönemlerde popüler olmuş ve İngilizlerin Ortadoğulu işbirlikçilerini Hilafete ısındırması üzerine Fransızlar da -Batı İngiliz İslam Hilafeti’ne karşı- Fatıma’dan dolayı Hz Muhammed’in soyuna dayandığını iddia eden Fas Kralı’nı Doğu İslam Halifesi olarak kabul ettirmeye çalışmışlardı. Hilafet rüyasıyla yatıp kalkan Mekke Şerifi Hüseyin bu yıllarda sıkı bir İngiliz taraftarıydı. Bu yıllarda İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Yakın Ortadoğu’yu işgalinden önce bir yandan Yahudiler için Balfour Deklarasyonu’nu yayınlarken, diğer yandan da “Arapların Hilafetini destekleyeceğini” duyurmuştu. (Burada bilenler için Dışişleri Bakanı Lord Grey’in, 1915 baharında McMahon’a yazdığı mektubu kastediyoruz.) Belki de Vehhabi – Siyonist işbirliğinin ilk temelleri bu şekilde atılmış ve o yıllardan itibaren Suudi Arabistan ve İsrail İngiltere’nin bölgedeki iki önemli stratejik müttefiki olarak tescillenmişti.

Hıristiyan dünyasında Dinsel liderliğin Siyasi liderliğe tabi olduğu üç büyük Mezhep bulunmaktadır. Amerikan Evangelistleri, Alman Luteryenleri ve İngiliz Angilikanları için Din siyasetin emrindedir. Din için siyaset değil, Siyaset için Din kullanılır. İngilizler, Hindistan ve Suudi Arabistan başta olmak üzere yerel özelliklere dayalı Vehhabizm, Sihizm gibi yeni İslam mezheplerinin oluşumunu sağlayarak bu bölgelerdeki sömürgecilik faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. İngilizlerin Türk Hilafeti’ni zayıflatma çabaları sadece II. Abdulhamid döneminde başarısızlığa uğramış, Abdulhamid’in tahttan inişiyle birlikte bu faaliyet yeniden alevlenmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Halifesi’nin Büyük Cihat fetvası, İslam dünyasında hiçbir ciddi etki uyandırmamış ve hatta tarihi Çanakkale Savaşları sırasında İngilizler tarafından Hindistan ve uzak doğudan devşirilmiş Müslümanlar, Türklere karşı savaşmışlardı.

Hilafet kavramının İslam tarihi boyunca ortaya çıkardığı siyasi kavgalar ve bölünmeler ile dinsel temelsizliği sebebiyle Atatürk tarafından kaldırılması İngilizleri daha da iştahlandırmış ve Ağa Han kanalıyla son Osmanlı halifelerini kullanma çabası da sonuçsuz olmuştu.

İşte bütün bu açıklamalar ışığında şunu tekrar ifade ediyoruz ki, İŞİD Projesi, Ortadoğu hakimiyeti için başta İngiltere ve İsrail ortaklığı ile üretilmiş ve ABD tarafından da dünya hakimiyeti için kullanılmaya karar verilmiş bir Batı Projesi’dir. Üzerine kurulduğu fikri temellerden, kıyafetlerine, hareket tarzlarına, eğitimlerine, yayınlarına kadar titizlikle hazırlanmış bir Londra Senaryosu’dur. Uzun süren Stüdyo çalışmasından sonra, adeta Yüzüklerin Efendisi gibi Ortadoğu sahnesinde bir anda gösterime sunulmuştur. Ürdün ve Suudi Arabistan’a bu projenin lojistik ve finansal yapısında önemli görevler yüklenmiştir. Umarız ki, özellikle Ürdünlü dostlarımız bu tehlikenin farkına bir an önce varırlar.

Türkiye ve İslam dünyasını kaosla yönetmeyi hedefleyen bu gösterinin uzun yıllar gösterimde kalacağı iddialarına karşı mücadele etmeliyiz. İŞİD Terör Örgütü’nü -bu örgüte sempati duyan cahil ve aptal Müslümanlar yüzünden- Türkiye ile ilişkilendirmeye çalışan yabancı psikolojik operasyonlara karşı uyanık olmalıyız. İŞİD Terör Örgütü, PKK Terör Örgütü ile çatışırken bir dönem sempati toplamış olabilir. Ancak unutmayalım ki, her iki örgüt de bölgeyi şekillendirmek için kullanılan araçlardır ve Türkiye ile Türklerin düşmanlarıdır.

Türkler için vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır…

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director