Türkiye Milli Bağımsızlık Yolunda!

Kanaatimize göre, CIA’nın Beşinci Kol Örgütü Cemaat’i 17-25 Aralık soruşturmalarına yönelten son önemli sebep, Türkiye’nin Çin Hava Savunma Sistemi’ni tercih etmesidir. Türkiye’nin Ekim 2013’te netleşen bu tercihi, ABD için doğrudan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan operasyona başlama kararı almasına yol açmıştır. Nitekim Menderes’i de idam sehpasına götüren gelişmeler, Rusya ile yakınlaşma kararı alması ile başlamıştı.

Geçtiğimiz günlerde bu konuda çok önemli bir gelişme oldu ancak günlük siyasi tartışmaların arasında kamuoyunun dikkatinden kaçtı. Bu konunun ne kadar önemli olduğunu, Genelkurmay eski İstihbarat Başkanı ve Vatan Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı İsmail Hakkı Pekin çok güzel özetlemiş. Bu yazıyı aynen burada yayınlamayı Milli bir borç olarak görüyorum.

“Önceki gün TBMM’de uzun menzilli bölge hava savunma ve füze savunma sistemi ile ilgili olarak bir soru önergesine cevap veren Milli Savunma Bakanı Sayın İsmet Yılmaz, UMBHSFSS ihalesinde sürenin uzatılmasına rağmen ABD ve AB firmalarından bir teklif gelmediğini belirterek ihalenin Çin firmasına verileceğini beyan etmiştir. Ayrıca sistemin NATO sistemlerine değil Türkiye’deki sisteme entegre edileceğini de ifade etmiştir. Bu konuda yapılan bazı yorumların hangi mantığa dayandığını da anlamanın mümkün olmadığını belirtmeliyim.

Nedir UMBHSFSS? Türkiye için önemi nedir? Önce bu soruların cevaplarını verelim. UMBHSFSS Türkiye’nin hava savunmasını ve füzelere karşı savunmasını sağlayacak hayati önemde bir projedir ve maalesef çok gecikmiş bir projedir. Türkiye hava savunması için erken uyarı sistemi uçakları ( AWACS) ve radarlar almış ancak hava savunmasını soğuk savaş döneminden kalma bir konsepte göre yürütmek durumunda kalmıştır. Yani uçaklarla hava savunmasının sağlanması esas alınmış, nokta hava savunması ise Stinger gibi omuzdan veya monte edildiği araçtan atılan kısa menzilli füzeler (6-8 km. menzilli), kısa menzilli Rapier füzeleri (8 km. menzil, 5 km. irtifa) ve namlulu uçaksavar silahlarıyla karşılanmıştır. Uzun menzilli hava savunma sistemi olarak da 1950’lerin teknolojisini taşıyan Nike füze sistemi bulunmaktadır (144 km. menzil, 45 km irtifa). Türkiye ve Güney Kore hariç bütün ülkeler bu füzeleri envanterlerinden çıkarmışlardır. Türkiye uzun menzilli bir hava savunma füzesine sahip olmadığından bunları mecburen envanterinde tutmaktadır. Mevcut sistemlere bakıldığında maalesef Türkiye’nin uzun menzilli bölge hava savunma sistemi yok denecek düzeydedir ve bu görev hava savunma görevindeki uçaklarca yerine getirilmektedir. Füze savunma sistemi ise yoktur. Bölgemizde çıkan krizlerde diğer NATO ülkeleri tarafından ülkemizde bazı sistemler konuşlandırılmakta, onlar da sadece belirli bölgelerde hava savunma ve füze savunma imkanı sağlamaktadır. Günümüz teknolojisinin silah sistemlerine kazandırdığı kabiliyetler yalnızca uçaklarla hava savunmasının sağlanamayacağını bize dikte ettirmektedir. Çünkü uçaklar 150 km. ye varan menzillere sahip havadan yere füze atma imkanına kavuşmuştur ve hedef üzerine gelmeden hedeflerini vurabilmektedirler. Uçakları bu menzilden vuracak, sadece bir noktayı değil bölgenin tamamını hatta Türkiye’yi kapsayacak, hava savunma radarları, AWACS’lar, uçaklar ve diğer hava savunma silahları ile entegre edilmiş uzun menzilli hava savunma füze sistemlerine ihtiyacımız vardır.

Bölgemizden Türkiye’ye yönelik füze tehdidi ise bizim süratle füze savunma sistemleri temin etmemizi gerekli kılmaktadır. Kendi vatanının hava savunma ve füze savunmasını sağlayamayan bir ülkenin bu tehditler karşısında yapabileceği bir şey yoktur. Ülkenin bekası tehdit altındadır ve başkalarına muhtaçtır. Bu bakımdan Türkiye bu imkan kabiliyeti süratle kazanmalıdır. Üstünüzde bir korunma şemsiyesi olmazsa ne karada ne denizde harekat yapabilirsiniz ne de ülke içinde üretime devam edebilirsiniz.

Bu sistemlerin teknoloji satın alma yoluyla ülkemizde yapılması hayati önemdedir. Daha önce yapıldığı gibi bunları satın alarak kullanırsak, bunları milli olarak geliştiremediğimiz gibi modernizasyonunu da aldığımız ülkelere yaptırmak zorunda kalırız. Onların verdikleri sistemlerde hiçbir tadilat ve geliştirme yapamayız. Teknolojisi eskidiğinde yenilerini tekrar satın almak durumunda kalırız. Bunların kaynak kodları verilmediği için, geliştireceğimiz diğer sistem ve radarlarla kullanamayız. Bakım hizmetleri, gelişmeleri aktaracak mühendislik ve yazılım hizmetleri için envanterde kaldığı sürece aldığımız ülkeye para ödemek durumunda kalırız. Yani tam sağılacak inek misali.

ABD ve Avrupa ülkeleri bu sistemleri sadece satmak istiyor. Teknoloji transferini hiç düşünmüyorlar. Yerli sanayi payını çok düşük tutuyorlar. Üstelik yerli sanayi payı kritik teknoloji gerektirmeyen konularda oluyor. Bu arada ofset anlaşması yapılarak Türkiye’den belirlenmiş miktarda mal alma ( farklı kalemlerde) imkânı getiriliyor. Çoğu zaman ofset anlaşmalarında belirtilen kotalar doldurulamıyor ya da belirlenen miktara ulaşılamıyor. Bu arada takibi de zor.

Çin firması hem teknoloji transferi yaparak, söz konusu sistemi daha sonra kendimizin üretmesine, geliştirmesine imkân veriyor hem de yerli sanayimize iş imkânları sağlayarak istihdamın artırılmasına katkı yapıyor. Ayrıca sistemi geliştirerek ve kendimiz yaparak üçüncü ülkelere satabilme imkânı sağlıyor.

Yani Türkiye hep alıcı olmaktan kurtuluyor. Sistemin kritik teknolojisine ve kaynak kodlarına sahip oluyor. Böylece sistemi istediği gibi geliştirme, değişik sistemlerle kullanma ve yazılımını milli olarak belirleme imkânına kavuşuyor.

Teknoloji transferi yapıldığında bu sistemi üretecek sanayi ve yazılım imkânı ülkemizde mevcut. Roketsan, Aselsan, Havelsan, Tübitak vb. özel firmalar (sanayi ve yazılım olarak) dâhil kendini ispatlamış yüzlerce firma var. Türkiye’de belirlenecek yüklenici firma ve diğer alt yüklenici firmalara verilecek bu üretim çok büyük bir kapasitenin kullanımını sağlayacaktır. Ayrıca üretilen sistemlerin TSK’nın kullandığı ABD ve Avrupa menşeli sistemlere entegrasyonu konusunda Türkiye yeterli insan kaynağı, teknoloji, yazılım ve bilgi birikimine sahiptir.

Türkiye 1990’lı yılların sonlarında, Çin’den aldığı teknoloji ile uzun menzilli roket ve 250 km. menzilli füze üretmektedir. Alınan teknoloji ülkemizin 500 km. den fazla menzile sahip karadan karaya füze üretmesine imkân sağlamıştır. Çin’den alınacak UMBHSFSS ve bu konudaki teknoloji sayesinde, çok daha uzun menzilli (3000 ve yukarısı) karadan karaya füze yapma imkânını elde edecektir. Böylece kendisine tehdit teşkil eden ülkeler üzerinde de caydırıcılık sağlayacaktır.

UMBHSFSS sayesinde elde edilecek teknoloji ile kendi uydularını taşıyacak füzeleri imal edecek bir seviyeye gelecektir. Bunlar bazılarına hayal olarak gelebilir. Ancak Türkiye’deki insan kaynağı ve mevcut bilgi birikimi bu söylediklerimi gerçekleştirmekten sadece bir tık uzaktadır. İyi bir planlama ve milli kaynakların etkin kullanımı, etki altında kalmama, şantaj ve tehditlere boyun eğmeme, kendine güven ve cesaretle Türkiye bunu başarır. Tabii iş birlikçileri de bertaraf ederek.

ABD ve Avrupa NATO’yu kullanarak Türkiye’ye çok büyük meblağlar karşılığında silah sistemleri satmak istemekte ve Türkiye’nin hep verileni alıcı, onların şartlarını kabul eden aciz bir ülke konumunda tutma gayreti içindedirler. Türkiye halkından alınan vergilerle milyarlarca dolar tutan silah sistemleri alımlarında ABD, Avrupa ve NATO’nun çıkarlarını değil kendi milli çıkarlarını dikkate almak durumundadır. Bu milletin başkalarının hizmetine harcayacak bir kuruşu bile yoktur.

Tabii Türkiye NATO ittifakı içinde ve silah sistemleri alırken bunların diğer NATO ülkeleriyle birlikte çalışabilirlik (interoperability) konusunu dikkate almak zorundadır. Ancak ABD ve Avrupa ülkelerinin bunu bahane ederek Türkiye’ye belirli silah sistemlerini dayatmaları, kendi şartlarını öne sürmeleri ve teknoloji transferinden kaçınmaları ve ülkemizi yolunacak bir kaz olarak görmeleri ve öyle muamele etmeleri kabul edilemez. Önce Türkiye’nin milli çıkarları gelir. Daha sonra da NATO ve müttefiklerimizin çıkarları. ABD de, Avrupa ülkeleri de, NATO da, onların Türkiye’deki işbirlikçileri de bunu böyle kabul etmek zorundadır.

Türkiye’nin bu konuda kendi milli çıkarını düşünerek hareket etmesi bazılarının dediği gibi eksen değişikliği değildir. Böylesi acziyet taşıyan ifadeler, kavramları saptırarak, insanları korkutmaya çalışarak ülke kaynaklarının ABD ve Avrupalı silah tüccarlarına peşkeş çekilmesine yol açar. Bu ülke söz konusu davranışlardan çok çekmiş ve maalesef böyle düşünenler yüzünden milli savunma sanayiini budamıştır. Bin bir güçlükle yeniden kurulan ve ayağa kaldırılan milli savunma sanayiimizin tekrar budanmasına ve Türkiye’nin NATO ittifakı öne sürülerek soyulmasına müsaade etmeyeceğiz. Türk Ordusu milli bir ordudur ve bu orduyu destekleyen savunma sanayiinin de milli olma zorunluluğu vardır. Şu veya bu gerekçeyle milli savunma sanayiinin gelişmesi, yerli üretim, teknolojiye sahip olmamız ve halkın milli savunma için verdiği paranın öncelikle ülke çıkarları gözetilerek harcanması ana şiarımızdır.”

Bu kararı alanları ve arkasında duranları bir kez daha kutluyoruz. Bu tür Milli duruşların başımıza her zaman işler açabileceğini de bilerek, Devlet yönetimine yönelik provokasyonlara hazırlıklı olmamızı bir kez daha ifade ediyoruz.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director