Sayın Başkanımızın Dikkatine

15 Temmuz Fetö Darbesi’nin yıldönümüne yaklaşıyoruz. Bu vesileyle herkes bir şeyler yazacak, konuşacak. Biz de konuyu yakından takip eden bir Araştırmacı olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın Dikkatine bazı hususları dile getirmek istiyoruz. Neden doğrudan Cumhurbaşkanına hitaben, bunu yazının başında ifade edelim.

  1. Fetö Mücadelesi ve Başarısı, Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan sayesinde başladı ve Onun gayretleriyle yürüyor.
  2. Yeni Başkanlık Sistemi ile bu mücadelenin daha da kurumsallaşması, uzmanlaşması ve gerçek hedefine odaklanması gerekiyor.
  3. Yeni Devlet Sistemimizde bir soruna ve özellikle de bu konuya çözüm önerisi konusunda Tek Çare yine: Devlet Başkanlığı.
  4. Bir düşünür: “Raporlar, Liderler okumadıkça amacına ulaşmaz!” diye söylemiş. Bu yüzden “Belki Okunur” umuduyla, bu konuyla yıllardır uğraşan bir Uzman olarak kendi vatani ve vicdani sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz.

STRATEJİK TARİHSEL TEMEL

Kamuoyuna ve Devletimize, zaten ezberlediğimiz hususları tekrar etmenin bir yararı yok ancak, sorunun tarihsel stratejik boyutunu kısaca izah etmek gerekiyor:

Bir İlahiyatçı olarak Ankara’da öğrenci olduğumuz 12 Eylül 1980 ihtilalini takiben, Cemaat yapılanmasını yakından müşahede etme imkânı bulmuştuk. O yıllarda Türkiye’nin en gözde Din Eğitimi kurumu Ankara İlahiyat Fakültesi idi. Uluslararası konjonktür sebebiyle NATO planlarının gereğini yerine getiren 12 Eylül Yönetimi büyük yanlışlar yapıyordu. İlahiyat Fakültesi’nde BaşÖrtüsü yasağı başlatmış, Dindar grupları hızla siyasallaşma ve radikalleşmeye sürüklüyordu. Bu dönemde sağ kesimde doğrudan hedef alınan iki grup vardı: Alparslan Türkeş’e bağlı Türk Milliyetçiliği‘ne inanan Ülkücüler ve Necmettin Erbakan’a bağlı Milli Görüşçü Akıncılar. Bu iki büyük grubun önemli isimleri ve elemanları tutuklanıp yargılanıp hapishaneleri doldururken, dışarıda adeta gelişmesi için birçok Cemaat ve Tarikatın önü açılmıştı. Bunun en temel amaçları şunlardı:

  1. Afganistan’da ABD & NATO desteğinde Ruslara karşı savaşan Mücahitlere Eleman Desteği için uygun bir zemin oluşturmak.
  2. İran İslam Devrimi ile ortaya çıkan “Şii Siyasal İslamcılık” idealine karşı, Ilımlı ve Radikal Dini Grupların güçlenmesini sağlamak.
  3. Büyük Ortadoğu Planı için Kürtçülük veya Kürt Kimliği temelinde gelişme gösterecek Tarikatların yayılmasının önünü açmak.

Öyle ki, Nur Evleri ve Talebeleri artıyor, GüneyDoğu’daki bazı Tarikat merkezlerine Ankara’nın göbeğinden ve Türkiye’nin her yerinden onlarca Otobüs kalkıyor, hiçbiri de TSK Güvenlik Noktalarında durdurulmuyordu. Hele ki Afganistan’a gidecek olanlardan ne ailelelerin ne de kamuoyunun bilgisi yoktu.

NATO ve ABD, Rusya ve İran’a karşı kendi stratejisine uygun politikalarını uygulatırken, -görevlendirilmiş veya gönüllü provokatörler yoluyla- Sağ kesimde kendisine tehdit gördüğü Milliyetçi Gençlik ile Millî Görüşçüleri adeta darmadağın etti. Mahkemelerden itibaren MHP içerisinde Cemaat ve Tarikat bölünmeleri başladı. Akıncılar içerisinden kendi devletini Küfür ile suçlayan Radikaller türedi.

Gazeteci, TRT Mensubu ve Araştırmacı olarak, Türkiye’deki Din ve İslam Düşüncesi konusunda eli kalem tutan herkesi tanıma imkânımız vardı. Ülkemizin hızlı bir şekilde Dini Düşünce temelinde ayrıştırıldığını, tek merkezden yönetilen ideolojiler ve gruplar yoluyla adeta büyük bir hesaplaşmaya sürüklendiğini görüyorduk. Milli Cepheler dağıtılmış ve toplum birbirine düşman edilmişti. 1985-1990 yılları arasında (Kuleli, Işıklar, Maltepe gibi) Askeri Liselerde, Türkiye’ye yönelik tehditler konusunda Konferanslar verebiliyorduk. 1990’lı yıllarla birlikte bizim gibi İlahiyatçılar, Askeri okullara giremez oldu. Bugün öğreniyoruz ki, Fetö 1980’lerin ikinci yarısından itibaren önce Askeri okullarda kontrolü ele geçirmişti.

1990’lı yıllar (Körfez Savaşları vb) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Askeri Uygulama Dönemi idi. Türkiye’yi Ortadoğu’da Öncü Asker olarak kullanmayı amaçlayan -ve kısmen de kullanan- ABD ve NATO, 28 Şubat sürecine de zemin hazırladı. Atatürk ve Laiklik adına mücadele verdiğini sanan çok sayıda General ve Komutan: “Eşi Başörtülü, Namaz kılıyor, Cuma’ya gidiyor, Ailesi dindar” gibi göstergelere dayalı gerekçelerle birçok Milliyetçi Muhafazakâr Vatansever arkadaşımızı geri hizmetlere sürmüş, bir kısmını ise görevden uzaklaştırmıştı. Bugün daha iyi gördük ki, bunların yerine getirilenler; “Viski şişesi koleksiyonu olan İlahiyatçı, akşamları sofrasında Bira ve Rakısı eksik olmayan Subay, karısı bikini giyen Modern Asker” gibi tercihlerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teslim edildiği Fetönün İhanet Şebekesiydi. Tehdit planları ve uygulamalar tamamen dışarıdan yönetiliyordu.

Bu yıllarda, Dindar bir aileden gelmemize ve Din eğitimi almamıza rağmen, Cemaat denilen Sır Cemiyeti’ne, Din ve Tasavvuf kültürü almamıza rağmen Cehalete dayalı Etnik ve Siyasi Temelli Tarikatlara, devletini Küfürle suçlayan Radikallere hiçbir anlam veremedik ve güven duymadık. Bununla birlikte, çoğu zaman Cemaat ve Tarikatlara yapılan eleştiriler, Dine Düşmanlık olarak algılandı. Türk Toplumunun çoğunluğu, Din adına faaliyet gösteren hiçbir grubu dışlamadı, düşman saymadı ve hatta savundu. Bu yüzden, Dindar olsun olmasın çok sayıda ailenin çocukları Körfez Dershanelerine gitti, Dershane Abilerinin yakınlaşma girişimlerine muhatap oldu. Zenginlerimiz Himmet etmede bir sakınca görmediler, kitabevleri bir dönem Ağlama Vaazları kasetleri ile dolup taştı. Kısacası Türk Toplumunun önemli bir kesimi, bir şekilde Cemaat yapılanmasının herhangi bir kuruluşu ile irtibat kurdu. Bu Sır Cemiyeti, iki yüzlülüğü ile her siyasi görüşten gruba sızmayı başardı.

Afganistan Cihadı, İran İslam Devrimi, Körfez Savaşları derken Büyük Ortadoğu Projesi, Afganistan ve Irak işgalleri ile artık bölgeye ve bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye’ye Askeri ve Siyasi olarak Tamamen Yerleşme aşamasına gelmişti. Kuruluşu NATO’dan sonra başlayan Cemaat denilen Casusluk Şebekesi, onlarca yıldır yerleştiği Askeri ve Siyasi yapıda –Said Nursi’nin % 70’lik Hakimiyet Teorisi çerçevesinde– 2000’li yıllarda Devlete el koymayı hedefledi. Milli İstihbarat Teşkilatı dışındaki bütün devlet kurumları Fetö Terör Örgütü’nün kontrolüne girdi.

Her hedefine adım adım ulaşan Fetö Casusluk Şebekesi, bir tek engelle karşılaştı: Tayyip Erdoğan. Onun 2009 yılında başlayan mücadelesi ile Cemaatin bütün girişimleri başarısızlığa uğradı. Sayın Erdoğan’ın talimatıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (Deniz Kuvvetleri’nden) başlatılacak temizlik hareketine karşı Fetö Terör Örgütü, 15 Temmuz Darbesi’ne başvurdu. Kalkışma, Türk Milletinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki vatansever subayların karşı koymasıyla akamete uğradı. Bu olaylar artık tarihten bir sahne değil, bugün hemen herkesin şahit olduğu bir gerçek.

SAVAŞANLAR VE ŞIVIŞANLAR

Geldiğimiz noktada, bu yazımızın temel maksadı olan hususları şöylece özetleyelim. Günümüzde, Türk Devletinin tarihteki belki de en büyük tehdidine karşı Savaşan 3 büyük grup var:

  1. Bu mücadelede Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’na tereddütsüz inanan bazı temel Kurumlar var: Milli İstihbarat Teşkilatı, TSK, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Teşkilatı. Şu anda mücadelenin en büyük yükü bunların sırtında. Takipleri yapanlar, teknik elemanlar, sorgulama, soruşturma ve yargılamaları yürütenler, 2016’dan bu yana izinsiz geceli gündüzlü çalışan bu arkadaşlarımızın hepsi birer İsimsiz Kahraman.
  2. Mahkemelerde, (sonradan itirafçı olanlar dışında) yıllardan beri Örgüte karşı mücadele eden ve şimdi de Devlet adına Tanıklık yapan bir kesim de var ki bunlar da birer Kahraman. Tanıkları vazgeçirmek, başarısız kılmak için yapılan onlarca tehdit ve dalavereye rağmen, Cemaat mahkeme salonlarını doldururken tek başlarına gidip Örgüt aleyhinde Tanıklık yapan Cesur arkadaşlarımız var.
  3. Yukarıdaki iki grup dışında, Medyada birkaç Gazeteci, kamuoyunu aydınlatmaya çalışan birkaç Araştırmacı, çok az sayıda Uzman Her ne kadar sadece Konuşup Yazsalar da bunlar da Mücadelenin Sivil Savaşçıları.

Bir de gelelim bu Mücadelede Sıvışanlara:

  1. Üzülerek söyleyelim ki, Toplumun önemli bir kesimi hala yürütülen mücadeleyi tam olarak anlamış ve kavramış değil. Bu noktada, 15 Temmuz Darbesi ile Fetö Mücadelesi konusunda önemli bir Püf Noktası var: 15 Temmuz günü, silahlara, tanklara ve uçaklara karşı öleceğini bile bile sokaklara çıkanlar iki temel inanca dayandılar: Birincisi: Sayın Erdoğan’a sahip çıkmak; İkincisi: Devlete yönelik kalkışma ve ihaneti durdurmak. Bu Fetö değil, PKK veya bir başka örgüt de olabilirdi.
  2. 15 Temmuz sonrasında, devlet kadrolarındaki tasfiye ve dağınıklık sebebiyle. Fetö Terör Örgütü’ne karşı ağırlıklı olarak İstihbari, İdari ve Polisiye önlemler uygulandı. Şunun altını çizerek ifade edelim ki; -sonuç olarak birazdan izah edeceğimiz- Psikolojik Mücadele çok eksik kaldı.
  3. Türkiye’de bugün her gün yüzlerce Örgüt Mahkemesi görülüyor. Cemaat hala mahkemelerde güç gösterisi yapıyor, Tanıkları yıldırmaya, tehdit etmeye kalkıyor. Devlet bizimken bile Devletin yanında olmaya korkuyoruz adeta.
  4. Sıvışanların önemli bir kısmı Gençlerimiz. 12 Eylül’ü zaten görmemiş, ama Ergenekon, Balyoz kumpasları döneminde yaşamış olsalar da tam olarak anlayamamış, Mobil telefonlarından başını kaldırıp da neler olmuş diye merak duymamış olanlar.
  5. Son 10-15 yılda Devletin herhangi bir kademesinde Sıcak bir koltuğa kavuşan ve rahatını bozmak istemeyenler. Elini taşın altına koymaktan ve sorumluluktan kaçanlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın her konuşması ve gayreti ile biraz hareketlenip, sonradan Gölgeye savuşanlar.
  6. Sıvışanların bir başka asıl kesimi de, Dindarları cehaletle suçlayan ancak kendilerinin de Din konusundaki cehaletlerinin farkında olmadıkları için toplumu anlamayan, empati kuramayan; kendi sosyal kulüpleri, cemaatleri, grupları içerisinde Aşağılama, Hakaret ve Küfür yoluyla hem Dindarlardan hem de Dinden uzaklaşan Sosyal Demokratlar.

EN BÜYÜK EKSİĞİMİZ: PSİKOLOJİK MÜCADELE

Mücadele ettiğimiz örgüt, yapılanma açısından Türk Milletinin tarihte karşılaştığı en büyük Casusluk Örgütü. Fikir açısından, Din değerleri üzerine inşa edilen örgütün, Hasan Sabbah’ın Haşhaşilerinden bir farkı yok. Bu yüzden, Fetö Terör Örgütü’ne karşı yürütülecek Mücadelenin temelinde Psikolojik Mücadele olmalı, aynen tarihte Nizamiye Medreselerini kurma düşüncesi gibi. Esasen, her alanda Güvenlik ve İstihbarat % 50 nispetinde Psikolojik Mücadele ile başarıya ulaşır. Bu konuda yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Psikolojik Mücadele’de birinci öncelikli kurum Üniversiteler: İlahiyat Fakülteleri. Ülkemizdeki İlahiyat Fakültelerinin sayısı 75’i bulmuştur. Ancak ne yazık ki, Fetö hakkında kaç tane bilimsel makale yazılmış derseniz, fazlaca bir bilgimiz yok. Üç beş tane varsa bile Kamuoyunun ne bilgisi ne ilgisi var. Fetö Sapkınlığı hakkında, bu fakültelerin Tefsir, Hadis, Kelam, Felsefe, Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Tasavvuf Tarihi gibi daha birçok bölümlerinden yüzlerce makale üretilmeli. Kamuoyu Araçları (Televizyon, Haber, Sosyal Medya) için Din kaynaklarına dayalı bilimsel materyaller hazırlanmalı.
  2. Fetö Mücadelesi konusundaki ikinci önemli kurum Diyanet İşleri Başkanlığı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 2017 Temmuz ayında Fetö Elebaşısının Sapkın Söylemleri üzerine güzel bir çalışma raporu yayınladı. Başkanlığın çeşitli illerde seminerleri de oldu. Ancak, Psikolojik Mücadele devamlılık ve kararlılık gerektirir. Bu bilgilendirmeler, sadece Camilerde değil, Kamuoyu Araçları yoluyla toplumun tüm kesimlerine ulaşacak şekilde genişletilmeli. Diyanet Teşkilatı’nın son yıllarda yaptığı iki büyük hizmet var: Diyanet ve Kuran Radyoları. Bu radyolarda periyodik olarak Psikolojik Mücadele sürdürülmeli. Bu arada belirtelim ki; İslam’ın temeli olan Kuran’ın anlaşılmasında, Diyanet Kuran Radyosu, -herkesin arabasında işaretlenmesi gereken- benzersiz bir dinleme kanalıdır.
  3. Psikolojik Mücadele’nin insan temeli ise Uzmanlar. Popüler kültürün egemen olduğu dünyamızda, Uzmanlık alanları da ne yazık ki Popüler isimlere endekslenmiştir. Kişinin söz becerisi ve şöhreti, ilminden önce gelmektedir ve Televizyon ve Medya yapımcıları da bu kısır döngü içerisinde dönüp durmaktadır. Özel Televizyon Kanalları için öncelik popülerlik ve izlenme düzeyidir, haber ve bilginin doğruluğu daha az dikkate alınır. Ancak Devlet Kanalları, Sunum ve Profesyonelliği de iyi kullanarak, Devletin mücadele ettiği tehditlere karşı sürekli bir Psikolojik Mücadele yürütmelidir. TRT bu konuda daha büyük çaba göstermelidir. Bilimsellik, Doğruluk, Tarihsel Gerçeklere Uygunluk, Temel Ahlaki ve Kültürel Değerlere Bağlılık gibi ilkeler Psikolojik Mücadele’yi güçlendirir.

MİT, TSK, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarımızın canla başla yürüttüğü İstihbarat, Güvenlik, Yargılama çabalarının kalıcı olması ve bataklığın kurutulması için, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlığımızın en önemli önceliklerinden birisi Psikolojik Mücadele olmalıdır. Bu öncelik kabul edilirse diğer detaylar, kurallar ve sistemler de kolayca belirlenir.

Devletin işleyişinde, Sayın Türkiye Cumhuriyeti Başkanımızın ifade ettiği gibi Devlet memurlarının işin ehli, çalışkan, dürüst ve inançlı olması önemlidir. Yeni seçilen Bakanlarımız, Ustalık, Çalışkanlık, Dürüstlük konusunda Toplum tabanında büyük bir kabul görmüştür. Devletimizin yeniden yapılanma sürecinde, Üst Yapıdan alta doğru seçilecek Devlet görevlilerinin Bilgili, Yetenekli, Dürüst, Adaletli, Çalışkan ve Ahlaklı olması en büyük umut ve temennimiz olacaktır.

Kökten Yapraklara Doğru Yeni Devlet Çınarı ancak bu şekilde büyüyecektir.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director