Mezhep ve Tarikat Savaşları

Günümüz İslam dünyası, Suriye’den Pakistan’a kadar geniş bir mezhep ve tarikat savaşlarına sahne oluyor. En genel olarak Sünni – Şii çatışması devam ederken, Sünnilerin güçlü olduğu bölgelerde bu kez de tarikat çatışmaları ortaya çıkıyor. Ne ilginçtir ki, Şii grupların kendi aralarında böyle bir dinsel çatışma yok.

Sünni Şii ayrılığı İslam’ın ilk yıllarında İnanç ayrılığından daha fazla siyasi ayrılıklara dayanıyordu. Bugüne kadar da bu konuda fazla bir şey değişmedi. Hem Fas’tan İran’a kadar olan İslam coğrafyası, hem de Orta Asya Türk devletleri petrol ve enerji kaynakları açısından çok zengindi. Orta Asya petrollerinin sıcak denizlere indirilmesi yolunda da yine Afganistan ve Pakistan gibi İslam ülkeleri bulunuyordu. Bütün bu sebeplerle, bütün İslam dünyası emperyalist ülkelerin stratejik hedefleri arasına girdi.

Hepimizin bildiği gibi, 1900’lü yılların başına kadar İslam dünyası emperyalist ülkelerin işgali veya sömürgesi durumundaydı. Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nı takiben Atatürk öncülüğündeki kurtuluş mücadelesiyle birlikte İkinci Dünya Savaşı’na kadar bütün İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu bağımsızlıklarına kavuştular. 1950’li yıllardan sonra Avrupalı Emperyalist ülkelerin yerini ABD ve NATO aldı. Sovyetler Birliğine karşı oluşturulan İslam kuşağı, petrol ve enerji kaynaklarına hâkim olmaktan başka bir amaç taşımıyordu.

Henüz İslam milletlerinin birbirini tanımadığı yıllarda, ABD bir yandan nüfusunun % 90 Şii olan İran ile diğer yandan da nüfusunun % 85’i Sünni olan Suudi Arabistan ile müttefik olabiliyordu. 1950-1980 arasındaki yıllarda, Türkiye gibi ülkelerde Şii kökenliler arasında sol fikirlerin, Sünni kökenliler arasında sağ fikirlerin yaygınlığı dinsel olmaktan ziyade yine siyasiydi. Ancak 1970’li yıllarda Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali ve İran’da Humeyni’nin işbaşına gelmesi, Sünni Şii ayrılığı ve çatışmasının dinsel olarak da gün yüzüne çıkmasına sebep oldu.

Bir yandan ABD ve NATO Ortadoğu’yu kaybetme telaşına düşerken, diğer yandan da Şii azınlıklara sahip Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin kralları tahtlarını kaybetme korkusuna yakalandılar. Hem İran’a ve Şiiliğe karşı, hem de Afganistan’da Sovyetlere karşı büyük bir Sünni seferberliği başladı. İslam dünyasındaki Sünni gruplar desteklendi ve 1980’li yılları takiben onlarca, yüzlerce İslamcı grup ortaya çıktı. ABD, Batı ve Körfez ülkeleri desteğindeki Afganistan Mücahitleri, Sovyetler Birliği’ni yenilgiye uğrattılar ve imparatorluğun dağılmasını tetiklediler.

Sovyetlerin dağılmasını takiben, Dünyaya hükmetme hayaline kapılan NeoConlar ve İsrail’i güçlendirmeyi planlayan Siyonist liderler birbiri ardına projeler ürettiler. Özellikle Ariel Şaron’un öncülük ettiği ABD – İsrail Stratejik İşbirliği anlaşmalarıyla, Radikal Sünni ve Şii örgütler yeni düşmanlar olarak kabul edildi. Bunun üzerine, daha önce ABD ile çalışan pek çok Radikal İslamcı Örgüt, Rusya’nın kontrol alanına girdi. Cemiyeti İslami ve Hizbi İslami gibi iki büyük Afgan Mücahit örgütü ABD’ye karşı çıktı. CIA’nın bunlara karşı Pakistan’da kurduğu Taliban hareketi de bir süre sonra NATO’nun en büyük düşmanı oluverdi. Bu arada, Afgan Mücadelesinin lojistik destek birimi de Usame Bin Laden öncülüğünde El Kaide adıyla radikal bir Sünni örgüt haline geldi.

11 Eylül Operasyonu sonrası, El Kaide örgütü gerekçe gösterilerek OrtaAsya enerji kaynaklarını kontrol etmek için Afganistan müdahalesi yapıldı. Ortadoğu petrollerinin merkezine yerleşmek için de yine uydurma bahanelerle -1980’li yıllarda ABD ve Batı hesabına 8 yıl İran’a karşı savaşan- Irak işgal edildi. ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, Sovyetlerin Afganistan işgali gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Büyük Emperyalist Güçler, bundan sonra hâkimiyet alanlarında kendi ordularıyla savaşmak yerine, kendileri için savaşacak gruplar aramaya başladılar.

ABD, bütün dünyada kullanmak üzere ılımlı Sünni İslamcı gruplarla çalışmayı hedeflerken, Rusya da Şiiler ve Radikal Sünni Gruplarla örtülü ilişkiler kurdu. Genel olarak bir bakıma Sünni İslam dünyasının koruyucusu ABD, Şii İslam ülkelerinin koruyucusu Rusya oldu. Bu yüzden özellikle 2000’li yıllardan itibaren İslam dünyasındaki Sünni Şii çatışmaları hızlandı.

Bu arada Sünni ülkelerdeki Şii varlığı, Rusya’nın ABD’ye karşı önemli bir silahı haline gelmişti. Şiiler, Pakistan (%20) ve Afganistan’da (%12) İsmaili; İran (%90), Irak (%60), Lübnan (%30), Suudi Arabistan (%15), Kuveyt (%35) ve Bahreyn’de (%60) Caferi; Suriye’de (%12) Nusayri; Ürdün’de (%5) Dürzi; Yemen’de (%35) ise Zeydi ekolüne mensuptular. Hemen hemen bütün bu ülkeler, ABD ile Rusya arasındaki soğuk savaş sebebiyle Sünni Şii çatışmalarına sahne oldular.

Bu tecrübeler çerçevesinde, Ortadoğu ve Petrol’e hâkim olmayı hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi, Sünni Hâkimiyet Projesi olarak büyük ümitlerle başlatıldı. Sonuçta, -Enver Sedat gibi- İsrail ile yakın işbirliği umulan Müslüman Kardeşler, yeni ve daha büyük düşmanlıklara sebep oldu. Buna bağlı olarak Batı yanlısı gruplar bile ABD ve Batı’ya düşman olmaya başladılar. Eski dostlarını kaybeden, yeni müttefiklerinden de istediği sonucu alamayan ABD, 2012 yılı başından itibaren Büyük Ortadoğu Projesi’nden vazgeçti.

Son birkaç yıl içinde, ABD’nin etkinliği hızla erirken, Rusya’nın Pakistan, Afganistan, İran, Irak ve Suriye’deki nüfuzu görülür bir şekilde güçlendi. Irak ve Afganistan yenilgilerinin ardından ABD’nin bir başka bölgede yeniden savaşa girme cesareti yoktu. Bu sebeple ABD, hem Suriye başarısızlığını örtmek hem de İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemek için uzlaşma ve görüşmeler yolunu açtı. ABD, Müslüman Kardeşler ile bağlarını koparmakla kalmadı ve İsrail’in de baskılarıyla bu grupları deşifre ve tasfiye etmeyi amaçladı.

Bu arada, İslam dünyasında iktidara gelen Sünni grupların neredeyse çoğu zenginlik ve refah ile birlikte, İslami değerlerden de uzaklaştılar. Lüks ve makam hırsı, rüşvet, yolsuzluk, vasıfsız yandaşlık, mübahlaştırma ve menfaat kardeşliği, İslam kardeşliğinin yerine geçti.

Sünni Silahlı İslamcı gruplar, ABD’nin stratejik çıkarlarına uygun olarak iki sınıfa ayrıldı. Ülkelerinde ABD menfaatleri için çarpışan silahlı gruplar Özgürlük Savaşçısı, ABD karşıtı olanlar ise El Kaide yanlısı olarak tanımlandı. Esasen, El Kaide olarak tanımlanan gruplar arasında siyasi bir birlik yoktu. El Kaide denilen örgütlerin mücadelesi, Irak’ta Rusya’nın, Suriye’de Suudi Arabistan’ın, Kafkasya’da ise ABD’nin stratejik çıkarlarına uygun düşüyordu.

Kısacası İslam dünyasındaki Sünni Şii çatışmalarının temelinde bir din ayrılığı yoktu. Uluslararası ve bölgesel politikalara göre, tarafları ve kavramları belirleyenler hep Emperyalist ülkeler oldu. Ancak, bugüne kadar hiçbiri de siyasi hedeflerine tam olarak ulaşamadılar. Buna karşılık, Emperyalist ülkelerin çıkarları için aynı Kuran’a inandıkları halde yüzbinlerce Sünni ve Şii Müslüman birbirini öldürdü ve öldürmeye de devam ediyor.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director