Köleler ve Efendiler!

Emin Çölaşan’ın, türban kararını eleştirirken “SıkmaBaş” kavramını kullanması, Türkiye’yi bu hale getirenlerin ve İslamcılığın yükselişine asıl sebep olanların kimler olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bir kavrama inanmayabilir, eleştirebilirsiniz ancak bu bir alay ve hakaret içerirse insanları incitir ve sizden uzaklaştırır. “SıkmaBaş” kavramı da işte böyle bir hakaret ve alay içeriyor. Bu tür yaklaşımları şiddetle kınıyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, “Köylü Milletin Efendisidir” dediği zaman, eğitim ve kültür seviyesi ne olursa olsun kendi milletine inanmış, bütün devrimlerini akıl, bilim ve eğitim temeli üzerine kurmuştu. Ne yazıktır ki, Atatürk’ün aydınlanma dönemi vefatı ile birlikte son buldu ve eğitim yerine tepeden yasaklama eğilimi ortaya çıktı. Ziya Gökalp, Hasan Ali Yücel, Şerafettin Yaltkaya, Şemsettin Günaltay ve daha birçok eğitimcilerin görüşleri de kalıcı olamadı.

Şehirdekiler Efendi, Köydekiler Köle oldular. Biraz Batı eğitimi alanlar, kendi kültürüne, geleneklerine ve toplumuna yabancılaştı, tepeden bakar oldu. Ne zaman ki, Köylüler Şehirleşmeye başlayınca İnanç ve Kültür çatışmaları da ortaya çıktı. Tamamen dini inanç ve gelenekten kaynaklanan Başörtüsü, köylülük göstergesi olarak görüldü. Şehirleşen ve modernleşen hanımlar başörtüsü takmaya başlayınca da Türban mı Başörtüsü mü tartışması ortaya çıktı. Alttan bağlanınca Başörtüsü hoşgörülürken, üstten bağlanınca Türban ideolojik simge sayıldı. Aslında farkeden bir şey yoktu, Türban sadece bir modernleşme işaretiydi ancak, Efendiler bunu anlamadılar.

Atatürk hiçbir yasaklama ve uygulama getirmemişti ama Atatürkçü geçinenler Atatürk adına Başörtüsü’nü yasakladılar. Aynen İslamcıların Allah adına yasaklar koyması gibi. Cehalet her yanı sardı ve bilimsel tartışmalar yerine duygusal bir kör döğüşü toplumu ikiye böldü. Başörtüsüz İslamcı erkekler hiç tehlike değildi ancak zaten ikinci sınıf insan muamelesi gören Başörtülü Kadınlar şeriatı getirecek, Türkiye bir İslam Devleti olacaktı.

Efendiler çoğaldı. Bir yanda kendisini Atatürkçü zanneden Efendiler, diğer yanda Tarikat Cemaat Efendileri. Nasıl inanacağımızı, nasıl giyineceğimizi bize bildirecek Efendiler. Doğruyu, yanlışı gösterecek, sevabı günahı öğretecek, Bilen, Hüküm Veren, Yargılayan, Yol Gösteren Efendiler.

Ne Kuran’daki Urvetu’l Vuska (Tutulacak En Sağlam İp) denilen Akıl kaldı, ne de Atatürk’ün “En Hakiki Mürşit İlimdir” felsefesi. Aklımızı, inancımızı, özgürlüğümüzü teslim ettik Efendilerimize. Onların aklını, inancını yüceltip, kendimizi köleleştirdik. Akletmek, araştırmak, sorgulamak ne haddimize, Haşa. Birileri yüzlerce yıl önce akletmişler, bilim, felsefe, birikim geçmişteydi. Yeniden icat çıkarmayalım, yeni düşünceler, yeni fikirlerin zamanı değil. Küfre gireriz Allah korusun! Yeni icatlar, fikirler Kâfirlerin işi…

Durum bu kadar içler acısı… Hala akılda, bilimde, ahlakta yarışmak yerine, dış göstergelerle yarışıyor, yargılıyoruz birbirimizi. Sömürüyor, sömürülüyor; öldürüyor, öldürülüyoruz. Dindar olsak da olmasak da, inanıp inanmasak da önce insan olmayı denesek işler kolaylaşacak. Biraz empati, doğruluk, dürüstlük, insanca ve İslamca değerler. Düşmanlık, kin, nefret ve intikam değil…

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director