Evlilik Hukuku

İslam öncesi Araplarda; metres tutma, hanımlarını değiştirme, kızını verdiği kişinin kızını alma, üvey annesiyle evlenme, güçlü bir erkekten döl alma, çok kadınla veya çok erkekle evlenme gibi 40’a yakın evlilik çeşidi vardı. Erkeklerin çoğunun yirmiye yakın karısı vardı. Cariyeler para karşılığı fuhşa zorlanır, esir pazarlarında satılır, cariyelerden doğan çocuklar da cariye ve köle sayılırdı. Yasak ilişki kuran evli kadın taşlanmak suretiyle öldürülürdü. Adet döneminde kadın aileden dışlanırdı. Evin bütün işleri yanında, savaşlarda geri hizmetler kadınlar tarafından görülürdü. Kız çocuğu utanç vesilesiydi ve bazı kabileler doğan kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi.[1]

İşte İslam dini böyle ağır sosyal sorunların bulunduğu bir topluma geldi. Dolayısıyla bu çirkin geleneklerin çoğunluğunu kaldırdı ve çok az bir kısmını da hafifletti. Evliliği sadece cinsel ilişkiyi amaçlayan bir beraberlik olmaktan çıkarıp, kutsal bir aile beraberliği haline getirdi. Örneğin, sayısız evlenme hakkını 4 ile sınırlandırırken, tek kadınla evliliği tavsiye etti. Cariye ve kölelerin serbest bırakılmasını öğütledi ancak, bütünüyle köleliği ortadan kaldıramadı.

 Dolayısıyla, Kuran’ın getirdiği hükümler bir son hüküm niteliğinde değil, toplumu iyileştirme yolunda büyük bir adımdı. Köleliği tümüyle kaldırmak, kadına erkekle eşit haklar vermek Müslümanların Hz Muhammed’den sonra akılcılığı ve adaleti geliştirmelerine bağlıydı. Ancak Müslümanlar akılcılık yerine geçmiş kurallara aynen uymayı ve taklitçiliği tercih ettiler.

Aynı Kuran hükümlerini temel almakla birlikte Sünni mezhepler ile Şii Caferiye mezhebi arasında evlilik hukukuna ilişkin önemli ayrılıklar bulunmaktaydı. Sünni mezheplere göre, Muta adı verilen geçici nikah Hz Peygamber zamanında Allah tarafından seferde izin verilmiş geçici bir nikah şekliydi. Yerleşik hayata dönüldükten sonra Hz Muhammed kendi içtihadıyla bu evlilik çeşidini yasaklamıştı. Caferiyye mezhebine göre ise, Kuran açıkça Muta nikahına izin veriyordu ve bu iznin kaldırılması söz konusu değildi. Bu konuda, son Caferiye İmamı Ayetullah Humeyni Tevzihu’l Mesail isimli eserinde şunları söylüyor :

«Evlenme akdinin okunmasıyla kadın, erkeğe helal olur. O da iki kısımdır : Sürekli ve geçici. İçinde evlilik süresi belirtilmeyen akde daimi akd denir; bu akitle evlenen kadına “daime” denir. Evlilik süresi belirtilen akde, geçici akd denir; mesela, bir kadını, bir günlüğüne, bir aylığına, bir yıllığına veya daha fazla bir zaman için nikahlamak gibi. Bu tür nikah akdiyle nikahlanan kadına muta veya sıyga denir.»[2]

Aynı Kuran’a inanan ve dayanan İslam mezhepleri arasında bu çelişkiler bulunduğu sürece İslam’ı yüceltmek ve adaletinden söz etmek mümkün olamaz. İnsanlar ancak korkuyla bunlara razı olabilir. Nitekim Batı insanını İslam’a düşman kılan sebeplerin başında evlilik hukuku gelmektedir. Le Figaro Magazin dergisinde bir yazarın şu ifadeleri bu endişenin nerelere vardığının önemli bir işareti sayılır :

«İslam demokrasiye, Fransa Cumhuriyeti kanunlarına, insan haklarına ve dahası 20. Yüzyılın kadın hakları anlayışına taban tabana zıttır. Bu durum, bizim medeni Fransız toplumu ile bağdaşmaz. Bağdaşmayacak daha pek çok konu arasından sadece birisini belirtelim. Bizim aileye yardım fonlarımızın çok kadınla evliliğe de yardımcı olmasını, ahlaki bulup kabul edebilir miyiz?

Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre, 2025 yılında Türkiye’nin nüfusu o zamanki Almanya’nın nüfusundan 20 milyon daha fazla olacaktır. Sudan’ın nüfusu Fransa nüfusunu yakalayacaktır. Mısır ise İspanya ve İtalya’nın toplam nüfusundan daha fazla bir nüfusa sahip olacaktır. Bu ülkelerden Avrupa’ya göçü önleyecek bütün tedbirleri almak zorundayız. Batı hükümetlerinin bu konudaki miyopluktan kendilerini artık kurtarmaları gerekir.»[3]

Müslümanların kendi değerlerinin en doğru olduğuna inanmaları bir şey ifade etmez. İnsanları ikna etmeyen bilgi de eksiklik veya yanlışlık vardır. Akıl, bilim ve adalete ters düşen kurallar gönülden severek ve inanarak kabul edilemez; Ancak baskı ve korkuyla varlığını sürdürür. Siyasal İslamcılar, İslam zannettikleri kuralları akıl ve sevgiyle değil, tanımadıkları Allah korkusuyla hakim kılmaktadır.

Dinler, geldikleri toplumun kültürel ve sosyal özelliklerinden sıyrılmadıkça evrenselleşemezler. Böyle bir arınmayı kabul etmeyen dinler ise, sadece o kültürün dini olurlar. Burada şunu tekrar ifade etmek gerekir ki; İslam dini, siyasi, hukuki ve ekonomik bir düzen değil bir inanç ve ahlak sistemidir. İslam bu şekilde algılandığı zaman, birçok sorun da kendiliğinden çözülmüş olacaktır.

KAYNAK: Dr Abdullah Manaz, Siyasal İslamcılık II, Türkiye’de Siyasal İslamcılık, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı, Ocak – 2008, İstanbul, sh.518.


[1] İslam Dönemine Dek Arap Tarihi, Prof.Dr. Neşet Çağatay, s. 133-137, İslam’da Kamuoyu Oluşumu, Dr Osman Zümrüt, s. 198-202.

[2] Tevzihu’l Mesail, Ayetullah el-Uzma Humeyni, s. 338.

[3] Fransa İslam’a İslam Fransa’ya meydan okuyor, Cemal Aydın, s. 36.

Paylaş / Share