Tanrı Görevlisi

İlahi dinlerde Tanrı Görevlisi, Peygamber’dir ve başkaca bir elçilik görevi de yoktur. Bununla birlikte, hemen hemen bütün dinlerde, kendilerini Tanrı Temsilcisi veya Görevlisi olarak görenlere oldukça sık rastlanır. Bu şekilde, kendilerini diğer insanlardan farklı görür, yargılar, hüküm verir, çevresini ve dünyayı ıslah etmeye çalışır. Bu şekilde bir yandan davasını kutsallaştırırken, bir yandan da örtülü olarak kendisini toplumdan farklı görür ve yüceltir.

Tanrısal Görev düşüncesi kimi zaman Dinsel bir öğretiden kaynaklandığı gibi çoğu zaman da çevrenin empoze ettiği bir yüceltme biçimidir. Sadece bireysel öğretiden kaynaklanan Tanrı Görevi anlayışında insan, her türlü özveri, cesaret ve kararlılığa sahiptir, bu yolda ölümü bile göze alır. Buna güç ve kudret eklenirse, çevrenin yüceltmesi ve teşvikiyle bu bir otoriteye dönüşür. Bu noktadan sonra bilimsel düşünce ve toplumsal akıl artık devre dışı kalmıştır. Objektif değerlerin yerini Sübjektif bakış açısı alır ve artık dünya bambaşka görünür. Yönetilmesi, düzeltilmesi ve ıslah edilmesi gereken bir dünya fikri ortaya çıkar. Tanrısal Görevi üstlenen kişi, kendisini Kutsal bir görevi icra eden bir kimlik olarak algılar. Kendisine ilham olan “Doğru” düşünceleri tartışılmaz doğrular olarak dayatır, eleştiri ve karşı görüşlere aldırmaz. Aksine, karşı görüş ve eleştirileri Kutsal Göreve başkaldırı ve isyan olarak görür. Nefsinin yücelttiği İnsan, özümsediği duygu ve düşüncelerinin karşısındaki her türlü fikri nefsani ve yanlış olarak algılar. Öyle bir savunma mekanizması oluşturur ki, bulunduğu noktayı tahkim eder, dışarıdan gelecek etkilere karşı kapı ve pencerelerini kapatır, kişisel benliğinin üzerine kilit üstünü kilit vurur. Tarihte pek çok kişi kendilerini Tanrı ile özdeşleştirmiş tartışılmaz güçlü kimliklerle toplum içinde önemli yer edinmiştir.

Halbuki, insan hayatı ve düşüncesi hep özgürlük içinde gelişir. İslam düşüncesinin temeli olan Kuran, özgür düşünce ve sorgulama anlayışının en güzel örneğidir. Allah, bütün Kuran Ayetlerini yani Delillerini, Huccetullahi’l Baliga denilen ve Allah’ın En Büyük Delili olan Aklın sorgusuna ve muhakemesine sunar. İyi, Doğru ve Güzel olan ancak Akıl ile bilinir ve kabul edilir. Her şey tepeden inme Kurallar ile belirlenmiş olsaydı, Tanrı’nın dünden bugüne milyarlarca kural indirmesi gerekirdi.

Müslümanlar, özgür düşüncenin hakim olduğu dönemlerde en büyük medeniyeti kurmuşlar, akletmeyi bıraktıktan sonra da hep eskiyi yaşamışlar ve yeni bir anlayış geliştirememişlerdir. Müslümanların, M.S. 1200 yıllarından sonra yetiştirdiği dünya çapında filozofları yoktur. Farabi, İbni Sina, Miskeveyh, El Kindi, İbni Rüşd gibi daha birçok filozoflar Kuranın Özgür Düşüncesi ile Evrensel Bilimi birleştirip daha yüksek bir metafizik düşünce kurarken, günümüzün Müslümanları fikir ve yaşantılarını hep Eskiye Tevil ederek yeni bir düşünce ve özgürlük alanı yaratamamışlardır. Kurallar ve Sınırlar dünyasında, Akıl, Bilim, Sorgulama ve Özgür Düşünce tehlikeli ve korkulu alanlar olmuştur. Bu korku, fikir ve düşünce hayatını sınırlamış, sıkıca çevrelemiş ve psikolojik dar bir mutluluk alanı oluşturmuştur. Bu dar alandaki mutluluk, dünyanın gerçeklerinden ve hayattan kaçmak için uyuşturucu almış, ayakları yerden kesilmiş belirli bir mutluluk alanı gibidir.

Bugün Akıl ve Bilimin çok gerisinde kalmış dinsel düşünceleri hâkim kılmak için, zorbalıktan ve dayatmadan başka bir yol kalmamıştır. Akıl ile terbiye edilemeyen Nefisleri durduracak olan Korkular ve Kurallardır. Akıl ve Vicdanları kontrol edemeyenler için de tek yöntem Ahlak Polisliği ve Devrim Muhafızlığı’dır.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director