Alma Askerin Ahını…

Gülen Cemaati önderlerine yönelik operasyon, iki İslamcı grup arasındaki iktidar mücadelesi gibi algılansa da olayın çok gerisinde Büyük Ortadoğu ve Büyük Kürdistan mücadelesi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

Olayların ince ayrıntılarına girmeden kısa bir özet yapmakta yarar var. 1989 yılında Sovyetlerin dağılmasını takiben, ABD’nin en önemli hedefi Asya ve Ortadoğu’nun enerji bölgelerine egemen olmaktı. CIA ve Pentagon, bu amaçla “Tehditle Varolma Stratejisi” uyguladılar. Asya’nın merkezi olan Afganistan’da El Kaide, Ortadoğu’da Saddam Hüseyin önemli bir tehdit haline getirildi. 1990’lı yıllarla birlikte ABD’nin iki önemli hedefi vardı:

  1. OrtaAsya enerji kaynaklarını Afganistan Pakistan üzerinden Okyanus’a taşımak.
  2. OrtaDoğu enerji kaynaklarını Irak Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırmak.

Birinci Hedef, bu yazımızın konusu olmamakla birlikte kısa bir not vermek yararlı olacaktır. CIA tarafından Afganistan’ı ele geçirmek için 1994’te kurulan Taliban Hareketi ile UNOCAL (adına Zalmay Halilzad) arasındaki enerji hatları pazarlığı başarısızlıkla sonuçlandı. El Kaide, 11 Eylül ve Afganistan işgali gibi süreçler yaşandı.

İkinci hedef, Irak petrolleri ile birlikte İran’ın da kontrol edilmesiydi. ABD bu konuda bölgede iki doğal müttefik görüyordu: Birincisi Türk Silahlı Kuvvetleri, İkincisi Kürt Aşiretleri. ABD, Ortadoğu projesinin merkezine yerleştirdiği Kürtlerden iki yarar bekliyordu: Birincisi, Enerji hatlarının Irak ayağındaki kontrolün sağlanması; İkincisi, İran ve Suriye’deki (Rus Yanlısı) rejimlerin çökertilmesi. Ancak Kürtlerin ilkel askeri varlıklarının bunu sağlamakta yetersiz kalacağını gördüğü için, bölgenin kontrolünde Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetlerini kullanmayı planlıyordu.

Turgut Özal bu plana inandı ancak, Dışişleri Bakanı Ali Bozer, Milli Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay buna karşı çıktılar ve 1990 yılı içinde hepsi görevlerinden istifa ettiler. ABD, bölgeye kendi askeri varlığını yığmak için önce Saddam’ın Kuveyt’e saldırmasına göz yumdu ve ardından 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı’nı gerçekleştirdi. ABD savaş sonunda istediği amaçlara ulaşamadı, aksine İran bölgede güçlenmeye başladı.

ABD, bölgeyi yeniden şekillendirmek için öncelikle Türkiye’nin de yeniden şekillendirilmesi gerektiğini gördü. Bu amaçla iki konuda, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yanılttı ve kullandı.

Birincisi, 1997 yılından itibaren başlayan Kuzeyden Keşif Harekâtı (Operation Northern Watch) ile bölgedeki Kürt aşiretleri için bir Güvenli Bölge oluşturdu. 36. Paralelin üzeri uçuşa yasak bölge ilan edildi. Aslında ilan edilen 36 Paralel, Kürt Federasyon sınırlarıydı ve –o yıllarda- 150 bin nüfuslu Türkmen kenti Telafer 36. Paralelin üzerinde olmasına rağmen güvenli bölgeye dâhil edilmedi. Aynı şekilde, 36. Paralel’in altında kalmasına rağmen Talabani Kürt bölgesi de Güvenli bölge içerisine alındı. Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları da Kürt aşiretlerinin korunması için bazı görevler üstlendi. Birbirleriyle düşman olan Talabani ve Barzani arasındaki barış hattı Türk GenelKurmay’ı tarafından yönetildi.

İkincisi, Pentagon, NATO planlamaları çerçevesinde İslamcı tehditlere karşı 28 Şubat kararlarına yol açan bir süreç başlattı. Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki, -İslamcı örgütlerle hiçbir ilgisi olmayan- birçok dindar ve milliyetçi subay basit gerekçelerle ya ordudan atıldı veya sürgüne uğradı. Düzenli Namaz kılmak, Eşinin başörtülü olması, dindar akrabalık ilişkileri bu gerekçelerin başında geliyordu. NATO raporları ve talimatları, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetiminin Tehdit algısını daha da körükledi. Sivil hayata taşan ve Refah Partisi’ne yönelik uygulamalar ve yasaklamalar, Milli Görüş Hareketi’nin daha da güçlenmesine ve toplum tabanına yayılmasına sebep oldu.

Bu süreçte, ABD bir yandan TSK ve Türk Hükümetlerini İslamcı tehdide karşı cesaretlendirirken, diğer yandan da bu İslamcı gruplarla çok yakın ilişkilere başladı. Gülen Cemaati, CIA’nın bu konuda en fazla güvendiği Ilımlı İslamcı gruptu. Zaten, Rusya’nın egemenlik alanı içerisindeki pek çok ülkede işbirliği yaptıkları biliniyordu. 1998 yılını takiben ABD, güçlenen Milli Görüş Hareketi’nin radikalleşmesini önlemek için ılımlı bir alternatif üretmek amacıyla kolları sıvadı. Abant Toplantıları ile başlayan Ilımlı Siyasal İslam Projesi, 2000’li yıllarla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasına zemin oluşturdu. Gülen, 1999’da ABD’ye yerleşti.

2003 yılındaki Irak İşgali, ABD ile Türkiye arasındaki en büyük kırılma noktasıydı. Türkiye’nin ABD Kuvvetlerini yüzüstü bırakmasının faturası Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kesildi. ABD Yönetimi, TSK içerisindeki karşıtlarını tasfiye etmek için hazırlıklara başladı.

Türkiye’deki Nurculuk Hareketi’nin, Said Nursi’ye dayanan temel stratejisinde “Adliye, Mülkiye ve Askeriye’ye Egemen Olmak” çok önemliydi. Nitekim Fethullah Gülen hareketinin son 10 yıldaki en büyük hedefi de bu oldu. Yargı ve Güvenlik Kurumları tamamen ele geçirildi. Adliye ve Mülkiye kontrol altına alındı. CIA ile işbirliği içerisinde Askeriye’ye yönelik özel ve psikolojik operasyonlar yapıldı. Birçok seçkin Türk subayı, akla hayale gelmeyen suçlamalarla tutuklandılar. Uzun yıllar süren İzleme ve Dinleme faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye’deki bütün örtülü işler, operasyonlar ve hükümet faaliyetleri de takip altına alındı. Bu arada, Cemaatin giremediği tek güvenlik kurumu olarak Milli İstihbarat Teşkilatı kalmıştı. Teşkilatın Yeni Başkanı, İran yanlısı olmakla suçlandı ve gözaltına alınmak istendi.

2012 yılından itibaren ABD, Ortadoğu Politikası’nda derin bir değişikliğe gitti. Suriye’de İslamcı grupların güçlenmesi ve İsrail için ciddi bir tehdit haline gelmesi ABD’yi telaşlandırdı. Arap Baharı sürecinde Fas’tan Mısır ve Ortadoğu’ya kadar Müslüman Kardeşler ekolü ile yürütülen ortaklığa son verildi. Tunus ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler liderleri tasfiye edildi. Tasfiye operasyonlarının son adresi Türkiye oldu. CIA’nın, Adliye ve Mülkiye uzantıları ile gerçekleştirdiği 17 ve 25 Aralık operasyonlarının iki temel hedefi vardı:

17 Aralık Operasyonu ile Tayyip Erdoğan’ın tasfiye edilmesi, 25 Aralık Operasyonu ile Türkiye’nin Suriye’deki İslamcı gruplara verdiği desteğin ve MİT’in önünün kesilmesi. Her iki girişim de başarısızlıkla sonuçlandı.

ABD Güvenlik Kurumları’nın şu anda yeni OrtaDoğu yapılanmasındaki en büyük umudu Kürtler. Sincar ve Kobani’de destekleyip kahramanlaştırdıkları PKK Terör Örgütü ile Türkiye’yi; Barzani ile Irak ve Suriye’deki Kürtleri; İŞİD ile İran, Irak ve Suriye rejimlerini yola getirmeyi planlıyor. Ancak ABD, bölgede Kürtleri bırakıp Kafkasya, Azerbaycan, İran, Irak ve Suriye’deki Türklerle çalışmadığı sürece bu bölgede başarısızlığa mahkûm olacak… Bu da ABD’ye bir tavsiye…

İşin özeti bu aslında… Bu yüzden, son günlerdeki operasyonlara bir de bu açıdan bakmak gerek. Avni’nin gerçek adresinin Coni olduğunu iyi bilmeli.

Yabancı İstihbarat örgütlerinin, çaresizlik içerisinde gerçekleştirebilecekleri büyük provokasyonlara karşı hazırlıklı olmalı, güvenliğimizin, milli birlik ve beraberliğimizin korunmasına öncelik vermeliyiz. 2015 yılı Nisan ve Eylül ayları ülkemiz için en kritik dönemler olacak…

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director