ABD ve NATO’nun Gelecek On Yılı

11 Eylül 2001 tarihi ile başlayan yeni ABD ve NATO politikalarının on yılını tamamladık. Bu on yılda yaşanan olaylar ve tecrübeler, gelecek on yıl için de önemli ipuçları veriyor. NATO’yu yöneten ABD ve Pentagon liderlerinin İslam dünyasından görünen bu bakış açısını dikkatle değerlendirmelerini umarız.

Tarihe kısa bir göz atarsak; ABD ve NATO, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa, Ortadoğu ve Asya’nın önemli bir tarafı haline geldi. Bu tarihlerde, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın, 1800’lü yıllarda başlayan İslam Dünyası politikaları tamamen iflas etmişti. Sanayileşme ve ham madde ihtiyacı, Ticaret Yollarının Kontrolü ve Petrol Alanları Hakimiyeti, Avrupalı ülkelerin gözlerini karartmıştı. Ne İngiltere’nin demokrasiye temel olan Aydınlanma Felsefesi, ne Fransa’nın Rönesans Düşüncesi, ne de Almanya’nın Diyalektik Fikri, yeni dünyaya taşınamadı. Emperyalizm, insanlığın ürettiği bütün güzel fikirleri ve felsefeleri kararttı. İngiltere 1800’lü yıllardan başlayarak Hindistan ve Uzak Doğu yolundaki bütün İslam ülkelerinde işgal, kaos ve isyan politikalarına hız verdi. Bir yandan Almanya ile doğrudan mücadele ederken, diğer yandan da kimi zaman ittifak kurduğu Fransa’yı da Ortadoğu’da diskalifiye etmeyi başardı. İngiltere, bu konuda Amerikan iç savaşında ve Birleşik Devletlerin kuruluşunda da önemli bir zafer kazanmıştı.

İngiltere’nin, İslam dünyasındaki başarısı, Kuzey Amerika’daki gibi kalıcı ve uzun süreli olmadı. Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönem, İngiltere ve Fransa’nın İslam Dünyasından geri çekilme dönemiydi. Geri çekilmeyi başlatan en önemli olay Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale ve Milli Mücadele Savaşları oldu.

İngiliz Ulusal Ordu Müzesi tarafından bu ay içinde açıklanan bir oylamada, İngiltere’nin tarihteki en büyük düşmanı olarak Mustafa Kemal Atatürk seçilmişti. Ancak, değerlendirme komisyonu İngiltere’nin gelecek yüzyıl çıkarları için bu sıralamayı sonradan değiştirdi ve Atatürk’ü 5. sırada olarak açıkladı. Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesi, bütün İslam dünyası ve doğu milletleri için önemli örnek teşkil etmiş ve Avrupalı ülkelerin işgali altındaki ülkeler II. Dünya Savaşı’na kadar ardı ardına bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı.

İngiltere, çekilmek zorunda kaldığı hakimiyet alanlarına, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni ve büyük müttefiki ABD’nin yerleşmesine rehberlik etti. Her ne kadar, Alman Gizli Servis Şefi Gehlen, Sovyetlere karşı ABD istihbarat yapılanmasını kurmuş ve büyük katkı sağlamış olsa da, Birleşik Devletlerin dünya hakimiyeti felsefesinde İngiltere’nin katkısı çok büyüktür.

1950 – 1970 yılları arasındaki 20 yıllık dönem, soğuk savaşın en zorlu yıllarıdır. Sovyetler Birliği’ne karşı, Afganistan, İran, Türkiye, Mısır çizgisinde yeşil bir cephe kurulmuştur. Buna karşılık Sovyetler Birliği de, 1970’lı yıllarda Afganistan’ı işgal etmiş, İran’daki İslam Devrimine zemin hazırlamış, Irak, Suriye ve Mısır’daki Batı lehine olan dengeleri altüst etmişti.

ABD ve NATO’nun, Sovyetlere karşı 1980’li yıllardaki en büyük iki projesi Afganistan Savaşçılarının desteklenmesi ve Türkiye’de 12 Eylül İhtilalinin yaptırılması oldu. Sünni İslamcılık desteklenerek, Afganistan’da Rusların, Körfez’de ise İran’ın durdurulması amaçlandı. Ruslar Afganistan işgalini sona erdirmek zorunda kaldılar. Ancak gelişen radikal İslamcılık, sadece Ruslar için değil ABD ve Batı için de önemli bir tehdit kaynağı oldu.

Şii ve Sünni İslamcılık karşısında bir süre kararsızlık yaşayan ABD’nin gelecek yüzyıl politikaları işte bu noktadan sonra belirsizleşti. İsrail’in etkisi ile bir süre İslamcı örgütleri tehdit olarak kabul ettiyse de sonra bundan vazgeçti. Afganistan işgali için Radikal İslamı gerekçe gösterirken, Irak işgali için uydurma bahaneler yarattı. Afganistan ve Irak işgalleri ABD ve NATO için tam bir başarısızlık oldu.

ABD ve NATO, 2000’li yıllarla birlikte yarım asır birlikte çalıştığı İslam dünyasındaki müttefiklerine sırtını döndü. Güvenilir müttefik olma imajını kaybetti. Kimi ülkelerde diktatörlerle, kimi ülkelerde aşiretlerle, kimi ülkelerde ödeneklerle beslediği siyasetçiler ve bürokratlarla, ve hatta bazı yerlerde terör örgütleriyle ittifaklar kurdu. Büyük Ortadoğu’daki Petrol Hakimiyeti için her yolu mubah saydı ve ilkesizleşti.

ABD ve NATO’nun bu ilkesizlik ve belirsizliği hala sürüyor ve Batı ittifakına hiçbir yarar sağlamıyor. Sadece Batı ittifakına değil, İslam dünyasına da bir yarar sağlamıyor. Hakimiyet kurmak istediği topraklarda kan, gözyaşı ve kaos hakim oluyor. Bu durum, İslam dünyasındaki bütün çevreleri derinden rahatsız ediyor, ABD ve Batı düşmanlığını gittikçe artırıyor. Bu durumdan memnun olan hiç kimse yok ancak geçici olarak çıkar sağlayan mutlu azınlıklar var. Afganistan ve Pakistan’da desteklediği az sayıdaki bürokrat dışında bütün toplum tabanı ABD ve NATO’ya düşman olmuş durumda. Arap Baharı ile isyana sürüklenen toplumlarda, İktidara gelmek için can atan, Sünni İslamcı liderler ABD ve İngiltere ile sıcak ilişkiler kurarken, ekonomik ve siyasi belirsizliğin yükünü taşıyan dindar halklar bile ABD ve Batı’nın iyi niyetli olduğuna kesinlikle inanmıyor. Önceleri ABD ve Batı’yı örnek alan çevreler, Sünni İslamcı liderleri destekleyen ABD’yi ikiyüzlü ve düşman olarak görüyor.

Bu belirsizlik ve kaos ortamından karlı çıkan sadece üç ülke var. Siyasi çatışmalara taraf olmaktan kaçınıp, ekonomik büyümeye odaklanan Çin, petrol fiyatlarının artışından ve Amerikan düşmanlığının artışından fayda sağlayan Rusya ve nükleer bir güç haline gelerek Ortadoğu’nun önemli bir aktörü olan İran.

ABD, İngiltere ve Batı, artık gerileme sürecinde. Gelecek on yıl içinde, Batı’ya olan güvensizlik daha da artacak. Batı ile İslam dünyası arasında yarım asırdır köprü olan çevrelerde milliyetçilik duygusu güçlenirken, ABD, Batı ve NATO düşmanlığı da güçlenecek. İslamcı hareketler güçlendikçe, bazı ülkelerde dinler arası çatışmalar ortaya çıkacak. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler arasındaki hoşgörü ortamı zayıflayacak. Türkiye’de, artan ABD düşmanlığına paralel olarak NATO’nun varlığı da tartışmaya açılacak. Milliyetçi hareketlerin güçlenmesine paralel olarak Türkiye’nin NATO’dan ayrılması gündeme gelecek.

Bu noktada, Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık hakimiyetini inceleyip kendilerine örnek alan ABD’li uzmanlara bir önerimiz var. Osmanlı Devleti’nin hakimiyet teorisinin temelinde, bugün herkesin dilinden düşürmediği temel insan hakları ve adalet duygusu vardır. Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altındaki ülkelerde etnik ve dinsel çatışmalar ve ayrışmalardan fayda umulmamıştır. Osmanlı’nın hakimiyet fikrine sahip çıkanlar, bir avuç yönetici sınıf değil halkın kendisi olmuştur. Osmanlı yönetimi, diktatörleri desteklememiş, sömürgecilik iddiası gütmemiştir.

NATO’nun Bosna Hersek konusundaki tavrı, İslam toplumlarınca takdirle karşılanmıştır. ABD ve NATO, İslam Dünyası’nda, Ortadoğu’da ve Asya’da Barış ve Adalete hizmet etmediği sürece bu topraklarda kalıcı olmayacaktır. Bu stratejiyi sürdürdüğü takdirde, 2030 yılına kadar ABD,  İslam dünyasındaki mevcut üslerini kapatmak zorunda kalacaktır.

Paylaş / Share

Abdullah Manaz

Author, Researcher, Strategist, Producer, Director